İki Bisküvi Bir Lokum

Fatma Dişli kimdir? 1972 yılında Sakarya ili, Geyve ilçesi, Alifuatpaşa kasabasında doğmuştur. Cumhuriyet ilkokulu ve ardından Alifuatpaşa ortaokuluna gitmiştir. İstanbul’da Çamlıca kız lisesi, sonrasında İstanbul üniversitesi, İngilizce İşletme fakültesini bitirmiştir. 2013 yılında İngilizce işletme yüksek lisansı yapmıştır. Halen İstanbul’da, Hazar Eğitim kültür ve Dayanışma Derneğinde gönüllü olarak,sosyal sorumluluk faaliyetlerinde çalışmaktadır. İki kız çocuğu annesidir. e-mail:[email protected]

    İKİ BİSKÜVİ BİR LOKUM

    fatma bal-iki bisküvi bir lokumİlkokul çocuğu okula kazmayla gider mi? “Fesuphanallah, daha da neler…” dediğinizi duyar gibiyim.

    “ Öğrenci kalem tutar, kazma tutmakta nerden çıktı?” dediğinizi de… 80’li yıllarda bu memlekette neler olmuş neler, biz kazmayla okula gitmişiz çok mu, söyleyin Allah aşkına!

    Gözlerinizin fal taşı gibi açıldığını tahmin edebiliyorum, o halde kulaklarınızı da dört açın, endişelenmeyin, güzel bir hikâye bu. Şimdilerde olsa belki de kıyamet koparacak hikâyemiz, o zaman o kadar doğal ve sıradan yaşandı ki ve tecrübeler kazandırdı ki bize…

    Alifuatpaşa’da, ilkokulumuzun hem önde hem arkada iki bahçesi vardı. Ön bahçe, erkek öğrencilerin top koşturduğu, toza toprağa bulandığı, içerisinde çam ağaçları olan bir bahçeydi. Arka bahçe ise; çimenlik, her tarafı doğal çiçeklerle bezenmiş, içerisinde birkaç ağaç olan bir bayırdı. Biz kız öğrencilerin tercihi; sizin de tahmin edebileceğiniz gibi, ön bahçe değil arka bahçe olurdu. Bayırın eteği teneffüs bahçemizdi, içindeki ağaçların gölgesinde oturup, güzel arkadaşlıklar kurduğumuz, sohbet ettiğimiz.

    Bir gün, ilk duyduğumuzda inanamadığımız, inanmak istemediğimiz bir olay oldu. Okulun arka bahçesindeki bayır kazılacakmış. Yani, bizim sohbet bahçemiz. Neden, niçin, hiçbir bilgi vermediler. Çok üzüldük, ama elden ne gelir! Bahçeyi de biz beşinci sınıf öğrencileri kazacakmışız. Buraya kadar siz de inanmakta zorluk çektiyseniz, bundan sonrasına hiç inanamazsınız, o halde!

    Ertesi gün ders yapılmayacak ve tüm gün kazma sallayacaktık. Her birimiz çapa yapan küçük çiftçiler olacaktık. Siyah önlüklerimizi değil, eski, günlük giysilerimizi giydik. Evimizden okul çantamız yerine elimizde kazmalarla çıktık. Düşündüğümde halimize gülesim gelmiyor desem yalan olur. Tek sıra halinde dizilip, bayırın dibinden kazmaya başladık. Yaz tatillerinde, amcamın bağında işçilere su taşımıştım ama bir kez bile elime kazma almamıştım, o güne dek.

    Daha önceden kazma tutmuş, tecrübeli arkadaşlarımızı taklit ederek, var gücümüzle toprağı çapalamaya başladık. Sanırsınız, karnede not verilecek, biz de nasıl bir hırs, nasıl bir azim!  Akşama kadar o bahçe bitecek, kolay mı?  Sınıftaki tatlı rekabet bahçeye de taşınmıştı. Gören de sanır, kırk yıllık çapa işçileriyiz!

    Aranızda, hayatında eline hiç kazma almamış, hiç çapa yapmamış olan varsa çok şey kaçırmış olduğunuzu söylemeliyim. Ayaklarınızın altındaki sert toprağın kazma darbesiyle alt üst oluşu, havalanışı, yumuşaması inanılmaz bir tecrübe. Sizin emeğinizle toprağın işe yarar hale gelişi, bereketine tanıklık edişiniz ve hepsinden önemlisi sizin de işe yaradığınızı hissedişiniz başka türlü nasıl tecrübe edilir?

    Toprağımızın bereketini, çiftçilerimizin alın terini, rızıkları için sabahtan akşama kadar tarlalarda nasıl çalışıp yorulduklarını, sınıfta yapılacak hiçbir ders bize bu kadar iyi öğretemezdi. Yazın kavurucu sıcakta, kışın dondurucu soğukta tarlalarda emek veren, helal rızık için çalışan, elleri toprak kokulu bu insanlar saygı duyulası insanlar… İşte, o gün bahçede bu dersi öğrendik, kalem defter kullanmadan.

    Sadece bunu mu? Günün sonunda kazma tutmaktan su toplayan, kızaran avuç içlerimizin acısı, soframızda önümüze gelen nimetlerin kıymetini hissettirdi bize. O nimetler, o toprak için şükretmeyi öğrendik.

    Öğle yemeğimizi evde yedikten sonra, günün sonunda bize yevmiye olarak verilen iki kare bisküvi arasındaki bir lokumu yiyince, kendi kazandığımız lokma ne kadar da tatlıymış, onu da öğrendik. Emeğimizin karşılığı olarak verildiği için, bir gün önce annemizin verdiği parayla aldığımız çikolatadan, şekerden ya da lokumdan daha lezzetli olduğunu fark ettik.

    Fark etmekle kalmadık, bir taraftan da hep beraber aynı şeyi düşündük ve aramızda konuştuk. “Bir tane daha verselerdi, keşke!” Ne güzel olurdu, diye. Helal rızkın tadına doyum olmuyormuş meğerse…

    FATMA BAL

    Yayınlama: 18.03.2016
    Düzenleme: 22.03.2016 00:05
    750
    A+
    A-
    Bir Yorum Yazın

    Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

    Henüz yorum yapılmamış.