Yazar İbrahim Tenekeci’nin Kalemininden Yeşil Geyvem

Yazar İbrahim Tenekeci’nin Kalemininden Yeşil Geyvem

YEŞİL GEYVEM

İBRAHİM TENEKECİNİN KALEMİNDEN YEŞİL GEYVEYenişafak Gazetesi  Köşe Yazarı İbrahim Tenekecinin hoş anlatımı ile  Yeşil Geyvemizi anlattığı köşe yazısını  siz değerli okuyucularımız ile  paylaşıyoruz.

Sayın Tenekeci Yüreğinize , kaleminize sağlık:::

Şimdi uzaklardasın

Gecenin üçünde yollardayız. Güzergâhımız, İngiliz Yüzbaşı Fred Burnaby’nin 1876 yılında geçtiği ve keyifle anlattığı Arifiye, Geyve, Taraklı, Göynük hattı. (At Sırtında Anadolu, İletişim Yayınları)

Geyve Boğazı, neredeyse ellinci geçişim olmasına rağmen, hâlâ heyecan veriyor. İngiliz yüzbaşıya göre, bir bölük asker, bu boğazı aylarca savunabilir.

Geyve, Osmanlının ilk fetihlerinden biri. Nüfusunu manavların oluşturduğu Akdoğan, Ahibaba, Umurbey, İlimbey, Safibey, Sarıgazi köyleri, neredeyse Osmanlıyla yaşıt.

Sadece İngiliz yüzbaşı değil, Hindistan seferine çıkan Büyük İskender, Mısır’a yürüyen Yavuz Sultan Selim de Geyve yolunu tercih etmiş. Yine, Haçlı orduları Anadolu’ya hep Geyve üzerinden geçmiş.

Toprakları verimli olduğu için, ilçede meyvecilik yapılıyor. Ağırlıklı olarak kiraz, elma ve ayva. Böylece Geyve ile meyve, en güzel kafiyelerden birini oluşturuyor.

İşte, kadim kardeşimiz Selçuk Sümer Özel, ilçenin meydanında bizi bekliyor. Onsuz yapılan hiçbir gezinin tadı yok.

***

Geyve’de her zamanki yaptığımız şeyi yapıyor ve ‘müdavimi’ olduğumuz lokantada çorbalarımızı içip meydandaki çay bahçesine geçiyoruz. Saat daha sabahın sekizi.

Asırlık meşe, ıhlamur ve kestane ağaçlarının altında, havuzun hemen yanında, bahçenin tek müşterisi olarak çayımızıyudumluyoruz. Kuş seslerini de unutmayalım.

Sezai Karakoç da belki buraya oturmuş ve karşımızdaki güllere bakarak, o dokunaklı şiirini yazmıştır: ‘Geyve’nin gülleri ve beyaz yatak / Kanadı kırık kuş merhamet ister / Ah, senin yüzünden kana batacak / Mona Roza siyah güller ak güller.’

Bunu düşünürken, ‘kanadı kırık kuşlardan’ biri masamıza kondu. Elli yaşlarında. Zayıfça. Fakir olduğu her halinden belli.

Bizden yol parası istedi. ‘Bir suçlu gibi ezik.’

Beş lira çıkarıp ‘buyur’ dedim. Almadı. ‘Bana bir lira lazım’ dedi. Verdik.

‘Geyve’nin gülleri’nden biri olan bu adam, ağır adımlarla yanımızdan uzaklaşırken, bir müddet susup içimizdeki yangının sönmesini bekledik. Şu dize eşliğinde: ‘Ve vardır her vahşi çiçekte gurur.’

Can sıkıntımızı gidermek için, kiraz bahçesi olan Yaşar Amca’yı ziyaret etmek istiyoruz. Kendisi, Geyve’nin dağlık kesimindeki Akdoğan’da oturuyor. Köye gittiğimizde, Yaşar Amca’nın kısa süre önce vefat ettiğini öğreniyoruz. Hiçbir sağlık sorunu yokmuş. Oğlunun ani ölümünden üç ay sonra, o da ‘ayrılık atı’na binip gitmiş. Allah rahmet eylesin.

Babalar ve oğullar. Bildiğim örnekler gösteriyor ki, oğlan çocuklarının ölümü, babalara daha ağır geliyor.

Üzgün bir şekilde Akdoğan köyünden ayrılacağız. Tadımız kaçtı. Tabi önce mezarlığa uğramak lazım.

***

Oldukça sevimsiz bir söz: ‘Hayat devam ediyor.’

Karagöl Yaylası üzerinden Hamza Pınarı mevkiine geçiyoruz. Artık bin metrenin üstündeyiz.

Burada her kuşun, her çiçeğin, her ağacın bir adı var: Şu ardıçkuşu, şu ezan çiçeği, şu ahlât ağacı. Şehirlerde ise, özellikle yeni nesillere göre, uçan bütün kanatlılar kuş, açan bütün bitkiler çiçek, yol kenarı veya parktakiler de ağaç. Ne kuşu, ne çiçeği, ne ağacı diye sorduğunuzda, garip cevaplar sizi bekliyor.

İstanbul’da, Büyükşehir Belediyesi yol kenarlarını, parkları, defter-kitap kaplar gibi hazır çimle kaplıyor. Çimler haftada bir biçildiği için, gördüğümüz tek şey renk oluyor. Yağlı boyayla yeşile boyanmış gibi. Ne bir papatya ne de bir yonca başını kaldırıp kendini gösterme imkânı bulabiliyor.

Belengerme civarında, çim kaçakçılarının açtığı yaraları görünce, aklıma işte bunlar geliyor. Birçok yerde, toprağın derisini yüzer gibi, çimli tabakayı sıyırıp götürmüşler. Yusuf Kaplan’ın deyimiyle, ‘yerin yerinden edilmesi.’ Yazık.

‘Temiz hava insanı acıktırır’ deniliyor, doğrudur. Nihayet, Hamza Pınarı’nda yemek molası veriyoruz. Sevimli bir serinlik içindeyiz. Su, öyle temiz bir Türkçeyle akıyor ki, anlatamam.

Tam yemeğe başlamıştık ki, devasa bir kangal köpeği, havlayarak bize doğru geldi. Köpeği, ancak koca bir somunu feda ederek durdurabildik. Sonra köpeğin sahibi göründü. Bir çoban. Köpek aslında zararsızmış, pınara gelenleri korkutup karnını doyuruyormuş. Son kurbanı biz olmuştuk. Bir belgeselde, Kangal köpeklerinin ne kadar akıllı oldukları anlatılıyordu. Demek doğruymuş.

Artık inişe geçme zamanı. Yolumuz uzun. Taraklı, Göynük ve yıldızların altında uzun bir gece bizi bekliyor. Varalım gidelim

İbrahim TENEKECİ-yenişafak.com.tr

Yayınlama: 26.05.2013
Düzenleme: 26.05.2013 23:26
1.561
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.