Osmanlılar Devri’nde Kâbe’nin Yeniden İnşası

1973 yılında Geyve ilçesinde doğan Murat Duman, Kazımpaşa İlkokulu ve Temel Eğitim Ortaokulu’nun ardından Sakarya Fatih Teknik Lisesi’nden mezun oldu.Lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde tamamladı. Orta Asya ve Balkan ülkeleri ile Kudüs’te çeşitli araştırmalarda bulundu.Halen İstanbul’da bir eğitim müessesesinde tarih derslerine giren yazar, bir yandan da tarih ve kültür kitapları telif ediyor, ayrıca Sızıntı ve Yansıma dergilerinde yazıları yayınlanıyor.Şimdiye kadar yayımlanmış kitapları şunlardır: - Cumhuriyetimizin Önsözü Çanakkale - Çanakkale Gelibolu Yarımadası Gezi Rehberi - Üniversite Yolunda Başarı Öyküleri - İki Çağın Hükümdarı Fatih Sultan Mehmed - Osmanlı Kuruluş Devrinin Mimarları - Aşk Hasret ve İbadet Diyarı Hicaz - Bir Fikir ve Aksiyon İnsanı Bediüzzaman Said Nursi - Bosna Gezi Rehberi - Hakanın Hatırası - Bilinmeyenleriyle Sultan 2.Abdulhamit

    Osmanlılar Devri’nde Kâbe’nin Yeniden İnşası

    murat-duman-tanıtımYavuz Sultan Selim zamanında Osmanlı Devleti’nin Haremeyn hizmetini devraldığı yıllardaki Kâbe, Hazreti Zübeyir’in Mekke’de dokuz yıllık halifeliğine son veren El Haccac tarafından 693’te inşa ettirilen yapıydı. Osmanlılar’ın 16. yüzyılda Mekke’de başlattıkları inşaat faaliyetleri sırasında Kâbe’ye el sürülmedi. Oysa Kâbe’de, Abbasiler ve Memlükler devrinde birkaç onarım dışında uzun zaman kapsamlı bir bakım yapılmamıştı. Bu yüzyılın sonunda Kâbe’nin yapı olarak kötü durumda olduğuna ilişkin ilk ikazlar İstanbul’a gelmeye başlamış; kuzeybatı duvarında ciddi şekilde çatlaklar meydana gelmişti. Ancak, İstanbul’da bazı âlimler mukaddes mabette yapılacak her türlü değişiklik fikrine “caiz olmadığını” ifade ederek karşı çıkıyorlardı. Osmanlı idaresi de bu görüşleri tereddütsüz kabul ediyordu.

    Osmanlılar zamanında klâsik tarzdaki camilerin sonuncularından birinin banisi olan ve Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve selem) kademinden kendine bir sorguç yaptırıp, kavuğuna iliştirecek ölçüde bir Peygamber aşığı olan Sultan 1. Ahmed (1603-1617), Kâbe’nin yıkılma tehlikesine karşı yapıyı desteklemek için harekete geçti. Başmimar Mehmet Ağa’dan gerekli tedbirleri almasını isteyerek bu iş için hazineden tahsisat ayrıldı. 1612’de 80 bin altına mal olan tamirat sonunda Kâbe’nin harap haldeki duvarları yapılıp, İstanbul’da hazırlanan demir kuşaklarla takviye edildi. Hatta bu iş öncesinde İstanbul Davutpaşa’da Kâbe büyüklüğünde tahtadan bir maket yapılarak demir kuşakların, yeni örtülerin, Altın Oluk’un ve Kâbe’nin kapı eşiğinin düzgün yapılması sağlandı. Hazırlanan malzemeler padişah, sadrazam, şeyhülislâm, vezirler ve âlimlerin önünde makete yerleştirilerek kontrol edildi. Daha sonra da Haremeyn’e gönderildi.

    İstanbul’da hazırlanan iki demir kuşak, halis altın ve gümüşle süslü dört ayak ve on altı kirişten meydana geliyordu. Malzemeler Mekke’ye ulaştıktan sonra çalışmalara hız verildi ve Kâbe, duvarların dış basıncını tutması için bir dizi payanda ve bu payandaların üzerindeki bir demir kemerle dışarıdan desteklendi. Diğer yandan Kâbe çatısının büyük bölümü değiştirildi. Yağmur oluğu yenilenerek gümüş kaplama üzerine som altın süslemeli yeni bir oluk konuldu.

    O dönemde yapılan tadilâtta Kâbe’nin içindeki üç sütun da, usta kuyumcular tarafından altın ve gümüşle süslendi. Binanın girişi üzerindeki gümüş levha altın levhayla değiştirildi. Değerli malzeme kullanımına özen gösterildiği bu tadilat sırasında Kâbe’nin ana duvarlarına pek dokunulmadı, sadece hasarlı kısımlar onarıldı. Aslında Sultan 1. Ahmed’in Kâbe’ye saygı ve hürmeti kadar büyüktü ki, tadilâtı çok daha kapsamlı tutup, bir tuğlası altından, bir tuğlası gümüşten olacak şekilde temelden itibaren yeniden inşa etmeyi bile düşünmüştü. Fakat devrin şeyhülislâmının, “Allah dileseydi onu zebercetten halkederdi.” demesi üzerine, bu fikrinden vazgeçmişti.

    Sultan 1. Ahmed devrinde yapılan çalışmalar yapıyı tam manasıyla sağlamlaştırmamış, sadece ayakta kalmasını sağlamıştı. Bu durum Mekke’de 1629’da çıkan çok şiddetli bir fırtına ve sonrasında yağan yağmurla kendini açıkça gösterdi. Mekke’ye yılda bir iki defa yağmur yağıyordu ama bu defaki fırtına ve yağmur etrafı öylesine kasıp kavurmuştu ki, hadiseye şahit olanlar daha önce böylesini görmediklerini söylemişlerdi. Etrafı Kâbe’ye secde eder vaziyette dizili sıra dağlarla ve vadilerle çevrili olan Mescid-i Haram, su baskınlarından etkileniyordu. Çölde yağmur suyunu yerkabuğu hızla ememediği için su yüzeyden vadilere doğru akıyordu. Merkezinde Kâbe’nin yer aldığı Mescid-i Haram, yağışlar sonrasında hızla dolan böyle bir vadinin ortasında yer alıyordu. 1629’da yalnız caminin avlusu değil, şehrin alçak kısımları da su altında kalmış ve çok sayıda insan boğulmuştu. Vakanüvis Süheylî’nin naklettiğine göre, sel suları Kâbe kapısının kilidine kadar yükselmiş ve tam üç gün boyunca Mescid-i Haram’ın avlusu sular altında kalmıştı. Sular çekildiğinde bir adam boyunda çamur tabakasının biriktiği görülmüştü. Çok geçmeden güneş altında kuruyan çamur tabakası, bir kaya kadar sertleşmiş ve ancak suyla yumuşatıldıktan sonra temizlenebilmişti. Bu sel felâketi sırasında Kâbe’nin, Rüknü Yemani köşesi ile Hacerü’l-Esved köşesi arasında kalan duvar dışında üç duvarı büyük oranda yıkılmıştı.

    Yapılan inceleme sonunda Beytullah’ın duvarlarının selin biriktirdiği çamurun baskısını kaldıramayacak kadar yıprandığı ve yıkılmak üzere olduğunu görüldü. Bunun üzerine Mekke Emiri Şer’if Mes’ud b. İdris, şehrin önde gelenlerini toplantıya çağırdı ve Osmanlı merkezi idaresinin temsilcilerine haber verildi. Dört mezhep imamları tarafından da, Kâbe tamirinin padişah adına Mekke Şerifinin uhdesinde dinî bir mesuliyet olduğu bildirildi. Netice itibariyle Kâbe’nin kapsamlı bir tadilattan geçirilmesine karar verildi. Bu iş için, ölçüm ve inşaat ustası Ali b. Şemseddin vazifelendirildi. Cidde Sancakbeyi’nden limandaki kerestenin bir kısmını göndermesi istendi ve bu sipariş kısa sürede Mekke’ye ulaştı.

    Ulemadan aldığı fetva uyarınca Kâbe’nin etrafını tahtalarla kapattırıp, üzerine yeşil bir örtü örttüren Mekke Şerifi, Mısır valisi Mehmet Paşa’yı da durumdan haberdar etmek için iki elçiyi Kahire’ye gönderdi. Ramazan ayı sonunda Kahire’ye ulaşıp, valinin huzuruna çıkarılan elçiler tarafından Mekke Şerifinin dilekçesi ve şehrin ileri gelenlerinin mektubu takdim edildi. Kâbe’nin durumu hakkında bilgi alan vali, hemen Osmanlı sultanını haberdar etmek için bir heyeti İstanbul’a gönderdi.

    Haremeyn hadimliğini büyük bir vazife şuuru içinde yerine getiren Osmanlı Devleti’nin başında o sırada 1. Ahmed’in oğlu olan Sultan 4. Murad bulunuyordu. Aziz Mahmud Hüdayî Hazretleri’nin elinden kılıç kuşanarak on iki yaşında tahta çıkan 4. Murad’ın saltanatının ilk yıllarında annesi Kösem Mahpeyker Sultan, devlet idaresinde çok ciddi rol oynadı. Otoritesini kurduktan sonra Revan ve Bağdat seferlerine çıkan 4. Murad, Osmanlı’yı 15 yıldır devam eden istikrarsızlıktan kurtardı. Devletin saygınlığını, gücünü geçici de olsa tekrar canlandırdı. Sert tedbirlerle bürokraside, asker ve ulema içerisinde rüşvet, iltimas ve usulsüzleri ortadan kaldırmak için mücadele etti. Mekke’de meydana gelen sel felâketini ve Kâbe’nin durumunu haber aldığında daha 17 yaşındaydı. Ama ortaya koyduğu hassasiyet ve gerekenlerin hemen yapılması yönünde verdiği emirler; onun Haremeyn’e, Kâbe’ye hizmet aşkını ortaya koyması açısından önemliydi.

    Öte yandan Hicaz işleriyle ilgili özel mesuliyeti nedeniyle vakit kaybetmek istemeyen Mısır valisi, harekete geçerek inşaat için gerekli malzemenin Mısır’dan temin edilmesini ve Çerkeş Memlüklerinin kumandanı Rıdvan Ağa’nın Mekke’ye gitmesini emretti. Rıdvan Ağa hazırlıklarını tamamlayıp, gerekli usta, malzeme ve para ile birlikte Mekke’ye doğru yola çıktı. Başlangıçta Rıdvan Ağa, İstanbul’dan yeni emirler gelinceye kadar Mısır valisini temsil etmek üzere Mekke’ye gönderilmişti. Fakat daha sonra bu vazife, 4. Murad’ın emri ile daimi olarak uhdesine verilen Rıdvan Ağa, artık yarım yamalak tedbirlere başvurmaktan vazgeçip, Kâbe duvarlarının taş taş sökülmesi ve ardından binanın eski plâna göre yeniden inşa edilmesi kararını aldı.

    Aslında Rıdvan Ağa bir mimar değil, idareci ve koordinatördü. Onun en büyük vazifesi, inşaat için gereken her şeyin Osmanlı eyaleti Mısır’dan zamanında getirtilmesini sağlamaktı. Bunun için hem Mısır’daki idarecilerle hem de Mekke’nin ileri gelenleriyle ilişkilerini iyi tutması gerekiyordu. Kâbe’de oluşan hasar, bir an önce harekete geçmeyi gerektirecek boyutta olduğu için, İstanbul’dan padişahın resmî izni Mekke’ye ulaşmadan ulemadan alınan fetva ile çalışmalara başlandı. İşin teknik yönleri ile inşaat ustaları ve mühendisler ilgilendi. Zaten Mekke’de 16. yüzyıldaki imar faaliyetlerinde İstanbullu mimarlar ile Suriye ve Mısırlı ustalar çalışmıştı.

    Kâbe duvarlarının bütünüyle sökülmesi öncesinde Rıdvan Ağa, Mekke Şerifi ve şehrin önde gelenleriyle bir toplantı daha yaptı. Burada inşaat ustaları tarafından, “Bizi suçlamayın ve ‘Neden bunu daha önce söylemediniz?’ demeyin” denilerek, duvarların kalan kısımlarının da mukavemetten yoksun olduğu bilgisi verildi. Buna rağmen bazı din adamları, duvarların zemine kadar sökülmesine hâlâ karşı çıkıyorlardı. Rıdvan Ağa bunun üzerine ustaların fikrini destekleyen başka bir fetva daha aldı. İkinci fetvanın alınmasından sonra işçilerin çalışmasına izin verildi.

    Çalışma sırasında insanlar Kâbe’yi tavaf etmeye devam ediyor; ancak üzerinde yeşil bir örtü serili tahta perdeyle çevrili olduğu için yapıyı göremiyorlardı. Tahta perde ancak inşaat bittikten sonra kaldırıldı. O dönemde Kâbe’nin Hacerü’l-Esved köşesi hariç bütün duvarları temellerine kadar taş taş söküldü. Yapının elemanları söküldükçe çıkan parçalar büyük bir dikkatle korunmaya alındı. En değerli parçalar, Hazreti Abbas Sikayesi diye bilinen binanın içine yerleştirildi. Bu sırada, Sultan 1. Ahmed zamanında yaptırılan ve 1629’daki su baskınına değin Kâbe’nin duvarlarını taşıyan demir payandaların altın ve gümüş süslemeleri de söküldü. Bu şekilde 100 batmandan fazla altın ve 120 batman gümüş elde edildi. Demir payandalar ise, asıl yapının mukavemetini artırmak için inşa edilen desteklerde yeniden kullanıldı.

    Kâbe bütünüyle yıkıldığı zaman, yalnızca Hacerü’l-Esved eski yerinde kaldı. Ancak bu mübarek taşı taşıyan duvar parçası da pek dayanıklı olmadığı için, aralanan taşların çatlakları arasına erimiş kurşun döküldü. Artık bundan sonra yapının yeniden inşasına başlanabilirdi. Önce Kâbe’nin iç tavanının seviyesine ulaşmak için yirmi sıra taş döşendi. Çatı seviyesine varmak için dört sıra daha taş konuldu. Yirmi beşinci sıradaki taşlar, yapıyı tamamlamak için kullanıldı. Eski taşların birkaçı yeni yontulan taşlarla değiştirildi. Taşların birbirine tutunması için kum, kireç ve yumurta akından oluşan bir malzeme kullandı. Sonunda inşaatı yapanların elinde eski yapıdan elli taş kaldı. Kâbe çatısı için kullanılacak Tik ağacı Mescid-i Haram’ın avlusuna taşındı ve marangozlar tarafından gereken ölçülerde kesildi. Tavanı destekleyen üç sütun, kaideleriyle birlikte yerleştirildikten sonra Kâbe’nin içini aydınlatacak kandiller demir kulplara raptedildi. En son Kanunî Sultan Süleyman döneminde yenilenen Kâbe kapısı da bu dönemde değiştirildi.

    Rıdvan Ağa, 6,5 ay büyük bir hassasiyetle çalışarak Kâbe’nin tamirini tamamladıktan sonra Medine’ye giderek Resulüllah Efendimiz’i (sallallâhu aleyhi ve sellem) ziyaret etmiş ve O’nun bu çalışmadan memnun olup olmadığını dair bir manevi işaret almayı çok istemişti. Rivayetlere göre o gece rüyasında Efendimiz’i (sallallâhu aleyhi ve sellem) görmüş ve Allah Resulü ona: “Ben 6,5 aydır buradaydım yapılanlardan memnunum” demişti.

    Osmanlılar devrinde yapılan bu çalışma ile Kâbe bütünüyle yenilenmiş oldu. Ecdadımız Haremeyn hizmetlerine bir yenisini daha eklemiş oldu. Uzun yıllar yeni bir tamirata lüzum kalmadı. Suudiler zamanında Kâbe ve Mescid-i Haram’da başlatılan imar faaliyetlerine kadar Osmanlı devrine ait izler varlığını korudu. 1958’de çatı ve duvarların iç taraflarında bulunan mermer kaplamalar, 1982’de da zemin mermerleri değiştirilen Kâbe, 1996-1997 yıllarında kapsamlı bir bakıma alındı. İç duvarlarındaki taşlar numaralandırılarak söküldü. Bozulan kısımlar düzeltilip, direkleri ve zemini elden geçirildi. Hassasiyetle yapılan bu çalışma sırasında yenilenen taşlar Mekke’deki Cebel-ü Kâbe yani Kâbe Dağı’ndan kesildi.

     Murat Duman

     

    Kaynaklar

    – Dersaadet’ten Haremeyn’e Surre-i Hümayun, (Hazırlayan: Yusuf Çağlar, Salih Gülen), Yitik Hazine Yayınları, İstanbul, 2008.

    – Hırka-i Saadet Dairesi ve Mukaddes Emanetler, Hilmi Aydın, Kaynak Kitaplığı, İstanbul, 2004.

    – Aşk, Hasret ve İbadet Diyarı Hicaz, Murat Duman, Işık Yayınları, İstanbul, 2007

     

    Yayınlama: 09.05.2014
    Düzenleme: 09.05.2014 00:21
    9.970
    A+
    A-
    Bir Yorum Yazın

    Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

    Henüz yorum yapılmamış.