Merhaba Derken..

İrfan Özdilek Nişancık kimdir? 20 Ocak 1963 yılında Adapazarı Serdivan'da doğan Nişancık, ilk ve ortaokulu Mithatpaşa Okulu'nda, liseyi Adapazarı Endüstri Meslek Lisesi'nde okudu.İrfan Özdilek Nişancık, İ.T.Ü. Sakarya Meslek Yüksek Okulu İnşaat Bölümü'nden mezun olduktan sonra, 1984 yılında Adapazarı Belediyesi'nde memuriyete başladı.23 Ocak 2013 tarihinde Sakarya İl Özel İdaresi'nden emekli olan Nişancık, 1985 yılından beri Sakarya Yerel Tarihi üzerine araştırmalar yapıyor.

    Merhaba Derken…

    irfan Özdilek  nişancıkŞöyle bir notlarıma baktım ki; Geyve’ye ilk kez 1980 yılı Şubat’ında gelmişim.

    Arifiye’den Toros Ekspresi’ne binip Adliye, Karaçam, Sakarya Nehri üzerinde Balaban Köprüsü, yeşillikler içinde Doğançay Tren İstasyonu sonrasında iki küçük tünel Dereköy, Bağlarbaşı demiryolu köprüsü üzerinden karşı kıyıya geçip Alifuatpaşa Tren İstasyonu’nda indim. Ardından bir kamyonet ile Akkaya Köyü’ne giderek İstanbul’da iki arkadaşı ile şehit edilen Akkayalı Ülkücü Âdem Tomay Ağabey’in cenazesine iştirak etmiştim.

    Yanımda Sanat Okulu’ndan arkadaşım Nihat Satar, Kerim Göklüoğlu, Adnan Emir ve de Alattin Toy vardı. Cenaze kalabalıktı… Âdem Tomay Ağabey, Geyve Akkaya köyündendi. İstanbul’da Maltepe Sigara Fabrikası’nda çalışıyordu ve 26 yaşındaydı. Yanında arkadaşları Mehmet Görür ve İsmail Başaran olduğu halde Cuma günü öğleden sonra Haydarpaşa-Gebze banliyö treniyle memleketine hafta tatili için dönmek üzere Maltepe Tren İstasyonu’na geldi. Trene bindiklerinde takip edildiklerinin farkına varmamışlardı. Pendik yakınlarında trende bulunan bir grup karşıt görüşlü militan vagonda bulunan yolcuları yere yatırdıktan sonra Âdem Tomay ve arkadaşlarını kurşuna dizerek şehit etmişlerdi ve bizler bu cenazeye katılmak üzere Geyve’ye gelmiştik. Toros Ekspresi’nde indiğimdeki durum Hikâyeci Sait Faik Usta’nın “Üçüncü Mevkii” isimli öyküsündeki durum ile hemen-hemen aynı idi. İşte o hikâyedeki durumu aktarıyorum bile. “Tren durmuş; Geyve istasyonu toz, bulut ve akşam pembeliği içinde bir sarı Çin şehri gibi kaynaşıyor; yalınayak çocuklar, saçları perişan arabacılar ve bir kasket yağmuru istasyonu dolduruyordu. Bu kasketlerin altında insanlar; buğdaylarını, tahta traversleri, üzüm, ekmek ve bir vagon penceresinden kendilerine bakan bir hayali düşünüyorlar. Zaman akşamın tozpembesine karışmış, iptidai bir zaman, … Şimendiferin yağlı manivelâsı ve yarısı kızıl tekerlekli makinesine bakıyordu.” Daha nasıl ve hangi kelime ve cümlelerle anlatılır ki o anın durumu. O gün akşama kadar Geyve’de kaldım, Alifuatpaşa Tren İstasyonu’ndan bu defa Doğu Ekspresi’ne binerek Arifiye’ye oradan da Adapazarı Banliyösü ile Mithatpaşa’ya geri dönmüştüm. O yıllarda seyahatlerimi daha çok trenlerle yapıyordum. Trenlere karşı sevgimin bu nedenle fazla olduğunu söyleyebilirim. İnanın trenle beş-altı günlük bir yolculuk inmesem daha beni kesinlikle sıkmaz aksine daha da mutlu eder. 2006 yılında Kuzey Yunanistan’a yaptığım 10 günlük kültür ve araştırma gezisini de trenle “Filia Ekspresi” ile yapmıştım. Bu arada “Filia” Türkçeden “dostluk” kelimesinin tam anlamı karşılığını bulan Yunanca bir kelime… Hatta “Kalimera” ile yani “Merhaba” ile kullanılınca da daha anlamlı. 

    Sonraki gelişim 1981 yılında oldu. 1977’de Alifuatpaşa Belediye Başkanı seçilen İdris Gür’ü ziyaret amaçlı oldu. O yıl Merhum Gazeteci Fahri Çatallar ile birlikte “Sakarya Haber Ajansı”nı kurmuştuk… Şehirden ama çoğunluğu ilçelerden haberler yaparak daktiloda renkli pelür kâğıtlara yazdığımız bültenler ile yerel gazetelere ve hatta ulusal basına yardımcı olmaya çalışıyorduk. İşte böyle haberlerden birini yapmak üzere İdris Gür’e gelmiş, röportaj yapmak istemiştim. Ama Sayın Gür’ü o gün bulamadım. İstanbul’a gitmiş birkaç gün sonra döneceğini söylemişlerdi. Eeee o zamanlar şimdiki gibi telefonumuz cebimizde değil. Telefonlarımız, ya evimizde, ya komşumuzda ya da gazetemizde, ofislerimizde idi. 

    O gün üç haber çıkarttım Alifuatpaşa’dan… Biri Arifiye-Ankara Demiryolu üzerindeki yalçın kayaların gezginlerin ilgisini çektiği haberi oldu. Trenle ya da otobüs ile Geyve Boğazı’na girdiğiniz Karaçam sonrasında gördüğüm Gelin Kayası, Göz Kayası, Karayemişlik Kayası, Kızılkaya, Akkaya, Akbaba Kayası ve orada kahvede çay içerken isimleri telaffuz edilen kayalar olarak karşıma çıkan Harmankaya, Kuş Kayasıve Abacı Kayası oldukça ilgimi çekmişti ve bu kayaları haberleştirmek istedim ve haberleştirdim. Adapazarılı Öykücümüz Sait Faik “Üçüncü Mevkii” isimli öyküsünde bakın bu kayalıkları nasıl anlatıyor. “Geyve boğazının kayalıkları dibinde birer eşkıya, bazen birer kahraman, hayaletler, insanlar, silahlar ve bombalar, bir çete gizlidir. Bu kayalarda vahşi keçilere, yaban kedilerine tesadüf etmezsek hayret etmelidir. Küçük bir su, bu dekorun gizli görünmez kahramanlarına, eşkıyalarına, yabanî hayvanlarına ses verir. Küçük, masum derelerin kızıl tüylü kayaların dibinde cengâver şarkıları söylediği akşam zamanı gelmişti.” Bence siz-siz olun bu güzel ve “yer benim gök Allahın” dercesine göğe yükselen bu yalçın kayaların kıymetini bilmek gerek… Parçalatıp, dinamitletip yok etmek bu güzelliklerin kaybolması demek sahip çıkmak gerek. 

    Haberlerin ikincisi Sakarya Nehri akış yönü tersi geri gidişinde sağda kurulu Bağlarbaşı Köyü adının eskiden “Yılanda” olduğu ve kısa tarihçesi idi. Bu konuda da kısa bilgi verelim isterseniz. Köyün Şarlak Mevkii, Kıran Arkası Mevkii, Karaşlar ve de Geren Mevkii hep Sakarya kenarında bölgeler… Yılanın bilineni-bilinmeyeni buralarda bolca bulunmakta. Bir tespit yapılması gerektiğine inanıyorum. Uzatmadan ve de konuyu dağıtmadan kaldığımız yere geçelim, isterseniz. Bugün “Pirenlik Sırtı” olarak bilinen yerin 1521 yılı öncesi haritalarda adının “Mardağı Sırtı” olduğu, Osmanlıcada “Mar” olarak bilinen kelimenin Türkçe anlamı ile “yılan” olduğunun burada çokça ve irice yılanın yaşadığının, zamanla yılanların azaldığının ancak 1915 sonrasında buranın adının “Yılandağı” olarak belirlendiğinin ve ismin zamanla “-ğı” ekinin konuşma dili etkisi ile silinerek “Yılanda” şeklini aldığının bir ara “Yalanda” olarak anıldığının sonraları çevresinde bulunan üzüm bağlarının artması sonucunda 1943’lerden geçerli olarak “Bağlarbaşı” olarak isimlendirilişinin hikâyesi olmuştu. Üçüncü haberde o yıllarda Eczacıbaşı İlaç’ın Karaçam sonrası Sakarya Nehri kenarında “toplayıcılar”a toplattırdığı bir otun haberi oldu. Toplanan ot çalışmaları yedi-sekiz yıl süren bir dönemin ardından yapılıyordu. Haberi Tercüman Gazetesi’nde okumuştum. Bir kanser türünün özellikle o dönemden aklımda kalan hali ile kadınlarda lohusalık sonrası rahatsızlıklarla ilgili bir antibiyotiğin çalışmaları için toplanan otların “Egemisin” isimli antibiyotiğe hammadde olduğu yazılıyordu. Bunun bilgilerini de orada kahvede otururken edindiğim bilgiler ile toparlamış yed-sekiz satırlık bir haber haline getirmişti. Haberlerden sadece ikisi yayınlandı. Egemisin ve kayalıklar haberi… Diğeri okuyucu bulmaz diye Fahri Ağabey tarafından bültene dâhil edilmemişti. Şimdilerde ilgi görür diye yayınlamak iyi olacak gibi… Öyle değil mi? Şimdilerde okuyorum ki Ordu’da da “Gelin Kayası” var… Kızılcahamam’da Taşlıca Köyü’nde de. Ve hatta saymak gerekirse gittiğim ve gördüğüm Ankara Hasanoğlan İdris Dağı’nda da var bu isimli kayadan Yozgat Nohutlutepe Cehrilik Mevkii’nde de. Kızmazsanız bir tane daha var o da Malatya Orduzu Bahçebaşı Köyü’nde de. Ama Geyve’nin ki daha güzel… Sonraki gelişlerim mi? Eee bırakın onları da sonraki yazılarımızda huzurunuza çıkartalım.

    Tekrar buluşmak ve karşınıza çıkmak üzere Allaha Emanet Olun…

    İrfan Özdilek Nişancık

    Yayınlama: 07.04.2013
    Düzenleme: 08.04.2013 10:33
    773
    A+
    A-
    Bir Yorum Yazın

    Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

    Henüz yorum yapılmamış.