Kara Delik

KARA DELİK

İndinde saklı tutuyorum,

 

Sakıncaların manifestosu bile en devingen nöbet…

 

Paye verdiğim anlamsızlığı sorgulayan İlahi Adalet, tekil bir cümle payidar oluyor: Kâh derin bir kuyuda kâh görünmezin sarkacı hibelerken aşkı ve sorgularken hayatı.

 

Dünden kalanlar sofradaki kalabalığa yeter de artar bile.

 

Kalabalığın nüansında refikası belki de en büyük tezat.

 

Su tabancama doldurduğum mermileri sıktıkça evrene ve evren darıldıkça…

 

Yetmedi sancılandıkça gece en doğurgan ve şatafatlı işkenceye maruz kalmakta evren. Doğan ikballer ve taammüden cinayet işlediğime vakıf olup, başucuma yığdığım adressiz mektuplar…

 

Bir tane daha ve bir tane daha… demeye ne hacet: Gölgeler bile muzdarip karanlıktan. Artık hangi karanlık köşe ise istiflediklerimi bile gölgede bırakan.

 

Artık hangi daraltı ise yürekte infilak eden…

 

Gerisini getiremediğim ne çok şey var.

Aslında cümle kurmaya bile yorgunken.

 

Annem sesleniyor yan odadan:’’Sen daha uyumadın mı?’’

 

Gözlerim kan çanağı oysa ve duyduğum değil gerçek olan bilakis duyumsadığım.

 

Duraksadığım cümleler tüketiyor benliğim: Hâşâ! Ne büyük yanılgı ben tüketiyorum cümleleri ve devingen harflere takıldıkça gözüm türetiyorum ölümü ve türevi ne varsa.

 

‘’Anne’’diyorum bile bile cevap alamayacağımı ve tünüyorum ayakucuna.

 

Süzen gözler geldikçe göz önüme ve infaz edilen neşem…

 

Alın işte, bir cümle daha engelli doğuyor ve imge kaybından sizlere ömür.

 

Sahici mutluluklar da mı bir yanılgı?

 

Yanan yürekte köz olan esvabı yırtık o çocuk da mı?

 

Tarifsiz acılar donatmış da evreni, kara delik açmış ağzını ve saçıyor salyalarını. Kayıp donatılar, eciş bücüş evrimler, yarım hikâyeler ve ansızın nükseden o kapı gıcırtısı ve derin bir inilti yine nükseden. Oysaki yalnızım evde ve çoğalıyorum peyder pey tüketirken çocuk yanımı.

 

İnanamıyorum gözlerime: Oysa daha bir saat evvel saymıştım soldan sağa ve demek ki; ya saymayı unuttum ya da dalgınlığımın bir şakası.

 

Üçtü daha demin, evet, daha üçtü ve eklenmiş dördüncüsü. Ne mi?

 

Siz bakmayın bana, demek isterim ama kinaye yüklü kayıp yarınlardan uzanan bir umut eli işte. Daha dündü elime aldığımda o yavru bedenlerinde tüyü bitmemiş cılız iki canlıydı kafesimdeki muhabbet kuşları. Ne zaman büyüdüler de anne-baba olmaya karar vermişler? Saydıklarım ise son üç günde yumurtladığı yumurta sayısı. Ama mutlu değilim oysa senelerdir hayal etmiştim elimde sevmeye doyamayacağım yavru bir kuşla muhabbet ettiğimi. Öyle ya: Annemin haberi yok bizimkilerin planlarından.

 

İsyan etmek istiyorum. Hâşâ!

 

Biraz daha mı ağlasam? Annem ne kızar oysa.

 

Dar alanları oldum olası sevmedim ve daralmakla itham ederken iç sesim.

 

Kovuşturduğum o istimlâk edilmiş rahvan cümlelerin kayıtsız ve patavatsız çizelgesinde işaretlediğim seçenekler:

 

a-dayan

 

b-göm

 

c-unut

 

d-uyu

 

e-asla pes etme

 

İyi de elimden gelen sadece özümsediğim hicrana atıfta bulunan üç beş kelam ki o da duymaktan pek de haz etmediğim.

 

Kanatları solgun anılarım.

 

Anmakla daha da hüzünlendiğim en sıkıntılı sürecin ayak sesinde gizlediğim korkularım aslında…

 

İşte, yine unuttum. İşin aslı neyi unuttuğumu da unuttum.

 

‘’Unutmalıyız kızım. Bak, ben çoktan unuttum ve şimdi sıra sende.’’

 

‘’Ya, içleri boş çıkan yumurtalar ne olacak anne?’’

 

‘’Kuşlar bile unuttu ölü doğan yavrularını. Tasası sana mı düştü?’’

 

‘’Seni seviyorum.’’

 

‘’O zaman artık büyü, e mi?’’

 

‘’Deneyeceğim inan ki. Hem bir daha yalnız bırakma beni.’’

 

 

Yayınlama: 30.03.2017
822
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.