Geyve’nin medar-ı iftiharı: İsmail Hakkı Demir

Geyve’nin medar-ı iftiharı: İsmail Hakkı Demir

Geyve’nin medar-ı iftiharı: İsmail Hakkı Demir (1)

ismail hakkı demir -geyveGeyve’nin medar-ı iftiharı: İsmail Hakkı Demir

Risâle-i Nur’un îmân-ı tahkîkiyi taşıyan hâlis ve sâdık şâkirtleri, bulundukları kasaba ve karye ve şehirlerde, hizmet-i îmâniye îtibariyle âdetâ birer gizli kutub gibi, mü’minlerin mânevî birer nokta-i istinâdı olarak, bilinmedikleri ve görünmedikleri ve görüşülmedikleri halde, kuvve-i mâneviye-i îtikadları cesur birer zâbit gibi, kuvvet-i mâneviyeyi ehl-i îmânın kalblerine verip mü’minlere mânen mukàvemet ve cesâret veriyorlar. (8. Şuâ, 8. Remiz) 

Bediüzzaman Hazretlerine ait yukarıdaki sözün tecelli ettiği şasiyetlerden birisi, hiç şüphem yok ki Geyve’li İsmail Hakkı Demir Ağabeydir.
Hakikaten de, demir gibi sağlam ve sarsılmaz bir iradeye sahip, âdeta gizli bir kutup ve cesur bir zâbit gibi bulunduğu muhitte muhlisane hizmet ediyordu.
Bugün onun üçüncü vefat yıldönümü. 70 yaşındaki İsmail Hakkı Ağabey, 18 Eylül 2010 tarihinde evinde geçirmiş olduğu kalp krizi neticesi Hakk’ın rahmetine kavuştu.
Cenâb-ı Hak, ondan ebeden razı olsun ve ona rahmetiyle muamele etsin.
Evli ve üç çocuk sahibi olup, mezarı Geyve Kabristanındadır.
* * *
Köy kökenli olup sırasıyla çiftçilik, rençberlik, besicilik ve nihayet ticaretle uğraşan İsmail Hakkı Ağabey, aynı zamanda hafızü’l-Kur’ân, Nur Talebeliği ve yaklaşık kırk yıllık Yeni Asya temsilciliği gibi daha birçok meziyet ve hususiyetlerin sahibi olduğundan, onun hakkında elbette ki anlatılacak, aktarılacak pekçok şeyler var.
Günümüz insanı ve hassaten gelecek nesillere böylesine örnek bir şahsiyeti tanıtmayı hem bir vazife, hem de büyük bir şeref addediyoruz.

resim 4

52 yıllık hayat arkadaşı

İsmail Hakkı Ağabeyin refika-i hayatı, salihât-ı nisvandan muhtereme Halime Teyze halen Geyve’de yaşıyor.
Hemen her sene ziyaretlerine gideriz. Buradaki “Baba ocağı”nın bahçesinde oturup sohbet eder, yaşanmış hatıraları yâd ederiz.
Ne var ki, Halime Teyze son yıllarda çabuk tıkanıyor. Gözleri nemleniyor ve konuşamaz bir hale geliyor: “Sen konuş, Latif oğlum… Sen konuş, sen anlat ki, içim ferâhlasın” diyor.
Oysa, bizim gayemiz asıl onu konuşturmaktı. Acı-tatlı hatırları dinleyip not etmek ve bunları yayınlamak istiyorduk.
Şüphesiz, 52 yıl müddetle aynı yastığa baş koydukları İsmail Hakkı Ağabeyle ilgili en çok bilgi, hatıra onda vardı. Bunların hiç olmazsa bir kısmını onun ağzından dinlemek ve yazıyla olsun kayda geçirmek niyetindeydik.
Bu seneki ziyaretimizde yine aynı konuyu açtık ve tabiî yine aynı durumla karşılaştık: “Onu hatırlayınca tıkanıyor, konuşamıyorum. Zaten onu hiç unutamıyorum ki evlâdım. Hep hatırımda. Allah’ın her günü hayalimde canlanıyor. Böyle gözümün önüne gelince de, söylenecek her şeyi unutuveriyorum. Nutkum tutuluyor, dilim dönmeyiveriyor…”
Fakat, biz yine onu konuşturmaya kararlıydık. Muhakkak ona bir şeyler anlattırmak istiyorduk.
Neticede, yarım asırlık hayat arkadaşı olan merhum ağabeyimiz hakkında niçin konuşamadığını sorup sebebini öğrenmek istedik. 
Dedik ki: Halime Teyze, İsmail Hakkı Ağabey hakkında neden bir şeyler anlatmıyorsun? Birlikte yaşadığınız hatıralar yok mu? Bakıyorum da, konuyu açtığımız anda hemen hüzünleniyor, gözleriniz yaşarıyor, tıkanıyor, nutkunuz tutuluyor ve konuşamaz bir hale geliyorsunuz… Aradan üç sene geçtiği halde, durum yine aynı… Doğrusu merak ediyoruz, sizi bu derece derinden etkileyen asıl sebep nedir? Hiç olmazsa bunu öğrenebilir miyiz?
Kararlılığımızı anlayan Halime Teyze, önce şöyle bir durdu-durakladı. Ne diyeceğini, ne yapacağını kestiremez bir halde, renkten renge girdi. Gel-gitler yaptı. Derin hayallere daldı. Adeta duygu anaforuna girip girip çıktı. Tekrar betekrar yaşaran gözlerini başörtüsünün kenarıyla sildi. 
Sonunda derin, içten ve titrek bir nefes çekerek anlatmaya başladı:
“Ah evlâdım âh… Ben en çok neye yanıyorum, biliyor musun?
“İsmail Hakkı Abin, bir güne bir olsun beni hiç kırmadı. Saygısını, sevgisini de hiç eksik etmedi.
“Bir gün olsun bana kızıp bağırdığını, beni kırdığını hatırlamıyorum.
“Bana da, çocuklara karşı da öyle…
“Yani, mükemmel bir eş, mükemmel bir baba. Çocuklara kızdığını, onlara bir fiske olsun vurduğunu da bilmiyorum, hatırlamıyorum.
“Düşünüyor, düşünüyorum da, itici bir tarafını, ters bir hareketini, fâhiş bir hatasını, yanlışını bulamıyorum. Bulsam, hani onu hatırlayıp hatırlayıp belki de rahatlarım diye düşünüyorum.
“Yok, yok, yok… 
“Geliyor, geliyor da hep iyi halleri, güzel hasletleri, mülayim davranışları geliyor, gözlerimin önüne.
“İşte, bu da beni yandırıyor, yüreğimi yakıyor evlâdım.
“Bazan da şöyle düşünüyor ve kendi kendime diyorum ki: ‘Be adam, insan bir kere olsun yanlış yapmaz mı? Bir gün olsun, insan hanımına kızıp bağırmaz mı? Onu kırıp rencide etmez mi? Düşünüyorum, bu da yok…
“İşte, ben onun hatasını bulamayınca, hayaller, hatıralar beni daha çok yandırıyor. O bir kere öldü, kurtuldu. Ben âdeta Allah’ın her günü ölüp ölüp diriliyorum.
“Çocuklarım, torunlar bana çok iyiler. Yalnız bırakmıyorlar. Fakat, onun yeri bambaşka. Hiç kimseler dolduramaz.
“Evlâdım, o Peygamber (asm) ahlâkıyla yaşamaya çalışan mükemmel bir Nurcuydu. İnandığını evvelâ nefsinde yaşıyordu. Dengeliydi, itidâlliydi, fedakârdı…”

“Tatlı kızmaklar”

Sohbetin tam bu noktasında bizim hanım devreye girdi ve bize de lâf çakarcasına şunu yöneltti: “Teyze, bir dakika. Sen rahmetli abiniz Nurcuydu, mükemmeldi, şöyledi-böyledi diyorsun. İyi, güzel anlatıyorsun; ama, hanımına kızan bazı Nurcular da var. Buna ne dersin?”
Hafiften tebessüm eden Halime Teyze, bu husustaki kanaatini vicdanından gelen sese yükleyip şu sözlerle yansıttı: “Kızım, onlar tatlı kızmaklardır. Nurcular şefkatli, merhametli insanlardır. Onlardan zalim, gaddar adam çıkmaz. Tatlı kızmaklar, insana dokunmaz evlâdım.”

C15_hk

18 Eylül 2010’da vefat eden İsmail Hakkı Ağabeyi rahmetle anıyoruz.

Geyve’nin medar-ı iftiharı: İsmail Hakkı Demir (2)

Yorma kendini; otur dinlen azıcık 

Halime Teyze, 52 yıl birlikte ömür geçirdiği İsmail Hakkı Ağabeyle ilgili olarak bize ayrıca şunları anlattı: 
“Bu uzun zaman zarfında rahat günlerimiz de oldu, çok zahmetli, meşakkatli günler de geçirdik. Ama, birbirimize karşı hiç kırıcı davranmadık.
“Evin iç düzeni ve temizliğinin yanı sıra, ayrıca bağ-bahçe işleri, hayvancılık-besicilik işleri gibi büyük emek isteyen ağır işlerimiz de olurdu.
“Birlikte her türlü zahmete, zorluğa katlandık. Şükürler olsun, hiç mutsuz olmadık. İlâhî takdir, bizi birbirimize yazmıştı. Zaman zaman sıkıntılı da olsa, mutlu-mesut bir hayat yaşadık…
“Rahmetli abiniz, hiçbir zaman gelip de bana ‘Hanım, şu işi niye yapmadın? Bu işi niye halletmedin?’ dememiştir. Tam tersine, geldiğinde bana hep “Hanım, yorma kendini bu kadar. Otur dinlen azıcık’ derdi.
“Hatırıma geliyor da, işte hep böyle şeyler geliveriyor: Yürüyorum aynı, çalışıyorum aynı, yatıyorum, gözümü kapatıyorum, yine hep aynı halleri canlanıveriyor hayalimde…
“Bu da bana çok zor geliyor. Onsuz geçen günlerimi hep böyle acıyla, özlemle, hasretle geçiriyorum.
“Çektiğim hasret bazan o kadar ağır basıyor ki, direncim kırılıyor, takatim kesiliyor ve bir an evvel onun yanına gitme arzusunu duymaya başlıyorum.”
Halime Ananın anlattıklarından bizler de cidden çok etkilendik.
O kadar içten, o kadar samimi, o kadar mâsumane anlatıyordu ki, etkilenmemek elde değildi.
Onu daha fazla zorlamadan, müsaade isteyip vedâlaştık.
Ayrıldıktan sonra da, yolda şunları düşünemeden edemedik: Feyâlilacep! Efendisiyle birlikte yarım asrı devirmiş bir kadın, çektiği ayrılık acısını hafifletmek, içindeki o yakıcı hasret ateşini bir nebze olsun dindirmek için, üç çocukla elli yıl ömür geçirdiği kocasının bir tek hatasını, kusurunu, yanlışını arıyor da, bunu bir türlü bulamadığını yine hüzünlenerek söylüyor.
Ne mutlu, böyle “ulvî hüzün” çekenlere ve ne mutlu böyle saadetli bir aile hayatını şu fânide yaşayanlara… 
Bunun âhirette mükâfatı pek büyüktür.

Bereketli, istikametli bir hayat

Şimdi de, İsmail Hakkı Ağabeyin oğulları Muhsin ve Ünal başta olmak üzere, merhûmun diğer yakınlarından aldığımız bilgiler ışığında derlemiş olduğumuz onun biyografik hayat seyrini sizlere takdim etmeye çalışalım.
* * *
Daha çok Geyve’li olarak bilinen ve tanınan İsmail Hakkı Demir, 1940 senesinde Taraklı’nın (Sakarya) Tuzla Köyünde doğdu.
Annesinin ismi Ayşe, babasının ismi ise Mehmet Ali. Ayşe ile Ali’nin üçü kız dört çocuğundan biriydi. 
Ailenin yükü onun omuzlarına yükleneceği, daha çocukluğundan belliydi.
İsmail Hakkı, babasının da teşvikiyle, Taraklı ilçe merkezinde Kur’ân-ı Kerîm derslerini almaya başlar. Eşzamanlı olarak, ilk mektep tahsilini de yine burada tamamlar.
Ergenlik çağına vardığında ise, ders almış olduğu hocasının himmet ve gayretiyle “Hafızü’l-Kur’ân” olur.
Hafızlık eğitimini tamamladıktan sonra, muhtelif yerlerde gidip mukabele okur ve bilhassa Ramazan’da hatimli teravih namazlarını kıldırmaya başlar.

resim 3

Evlenip hayata atılıyor

Henüz 18 yaşlarında iken evlenip iş hayatına atılan İsmail Hakkı Bey, kendi memleketinde babasıyla birlikte rençberlik, hayvancılık, besicilik yaparak ailenin geçimini sağlamaya çalışır.
Askere gidip geldikten birkaç sene sonra komşu ilçe Geyve’ye taşınmaya karar verir.
1965’te gelip yerleştiği Geyve’de de aynı iş ve mesleği sürdürmeye, geçimini yüklendiği ailenin rızkını helâlinden temin etmeye vargücüyle gayret gösterir.
* * *
İsmail Hakkı Demir’in Risâle-i Nurlar ile tanışması, 1971 senesinde gerçekleşir.
O tarihte, ilçe müftüsü olan muhterem Ali Aktürk Hoca vasıtasıyla Nur Risâlelerini okumaya ve bu eserlerden âzamî derecede istifade etmeye başlar. 
Hafız olduğu için de, Risâlelerdeki Kur’ânî tabirleri kavramakta ve mevzuları anlamakta fazla bir zorluk çekmez.
Risâleleri anlayarak okumasıyla birlikte, yine aynı sene içinde Yeni Asya gazetesi ile de tanışır. Gazeteyi alır okur, abonesi olur ve öylesine kuvvetli bir bağlılık peyda eder ki, kısa süre sonra Yeni Asya’nın Geyve temsilcisi ünvanını alır.
Temsilcilik görevini yaklaşık 40 yıl müddetle hiç fâsıla vermeden sürdüren İsmail Hakkı Bey, takdirle okuduğu gazetesinin ilçe genelinde dağıtımını da bizzat üstlenir.
Yani, bu kırk yılın belki otuz yılı boyunca, Yeni Asya abonelerine bizzat kendi elleriyle gazetenin dağıtımını yapar.
* * *
Bir gazetenin dağıtımıyla birlikte abonelerden aylık tahsilatını da aynı kişinin yapması, takdir edersiniz ki pek zordur. Hakikaten, her babayiğidin uzun müddet yapabileceği bir iş değildir bu.
Fakat, tam ihlâs, kemâl-i tevazu ve üstün gayret sahibi olup nazarımızda bir “isimsiz kahraman” olarak şekillenen İsmail Hakkı Bey, bu işi de bihakkın yapmaya muvaffak olur.
Yani, temsilcilik görevini sürdürdüğü bu uzun zaman zarfında, hem fazladan almış olduğu beş-altı gazetenin masrafını, hem de karşısına çıkan bilumum tahsilât açıklarını bizzat kendi kesesinden karşılar.
Hem öyle ki, emekli olduktan sonrabile Bağ-Kur’dan almış olduğu emekli maaşının tamamını yine bu hizmete sarf ederek, nasıl bir dâvâ adamı olduğunu tam bir kararlılık içinde gösterir.
İşte, bu harikulâde insanın böyle çok yönlü, çok istikametli makbul hizmetleri var. Adeta, on parmağında on marifetle bir ömür boyu hayırlı hizmetler için çalıştı, didindi, koşturup durdu.
Camilerden Kur’ân Kurslarına, Nur Medreselerinden ilk ve lise mekteplerine, hayır kurumlarından yardıma muhtaç fakirlere kadar, hiç riyasız bir şekilde onun hizmet etmediği, yardımına koşmadığı kişi veya kuruluş hemen hemen yok gibidir.
İleriki bölümlerde, inşaallah bunlara da temas etmek sûretiyle, hem İsmail Hakkı Beyin rahmetle anılıp ruhuna Fatihalar gönderilmesine, hem de onun bu örnek kişiliğini yeni nesillere tanıtmasına biz de vesile olmuş oluruz.

 

resim 5

1940 yılında Taraklı’nın Tuzla Köyünde doğan İsmail Hakkı Demir, Kur’ân tahsilini de Taraklı ilçe merkezinde tamamladı.

Yayınlama: 25.09.2013
Düzenleme: 27.09.2013 14:48
1.076
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 1 Yorum
  1. Allah rahmet eylesin. Kitaplaştırma işi, çok yerinde ve isabetli bir düşünce. Emeği geçenlerden Allah razı olsun.