Dünden Bugüne “İKTİSAT”

Dünden Bugüne “İKTİSAT”

FERDİ-KARADERE-KÖŞE-YAZISIİktisat ilmi, insan emeği ve üretimi sonucunda var olan ürünü, tüketilmek üzere toplumun her kesimine eşit ve dengeli dağıtmak ve üretilen malların üretim aşamasında harcanan emek ve ürün bileşenlerini en az harcamayla meydana getirmeyi konu alır.

İktisad, dilimize Arapça literatürden girmiş, öz itibari ile ”kasd” yani aşırı gitmeme, biriktirme, tutum anlamlarına denk düşer. İktisadi bakış açısı ile günümüzde bireylerin gelirlerini arttırma gibi bir tutum faktörü yoktur. Bunun sebebi, iş ve emeğe biçilen değerin sektörler arasında neredeyse aynı değerde olmasıdır. Yani, bir kaynak işçisi, emeğini, tüm iş sahalarında aynı değere satar. İşçi kardan daha fazla karşılık almayı yani yüksek maaşı tercih etse de, üretime konu olarak ele alındığında, üreten ve şekillendiren bir olgu olmaktansa sadece, üretimde kullanılan bir araç olarak dikkate gelmektedir. Fabrika ve diğer üretim alanlarında, işçilerin birey olarak ele alındığı gözlemlenmemiş, işçi, çalıştırdığı makinanın bir parçası ve aygıtı konumuna gelmiştir. Yüksek gelire engel teşkil eden diğer bir husus ise, emeğin yüksek arzda olmasıdır, piyasa da çalışmaya istekli olan onbinlerce kişi bulunurken, işçi kendi beceri ve emeğini daha yüksek bir paraya sermayeye satamayacaktır. Bu sebeplerden dolayı, geliri arttıramıyorsak, gideri düşürme seçeneğinin uygulanması gerekmektedir.

Bu tutum, İkinci Dünya savaşının yaşandığı ve global pazarda ekonomik darboğazın olduğu yıllarda, İsmet İNÖNÜ tarafından geliştirilen ve günümüzde hala güncel uygulaması olan, halk tarafından ‘Yerli Malı Haftası’ olarak bilinirliliği olan, yerel üretim birimlerinden tüketim amaçlı satın almalardan başka birşey değildir. Bugün, Yerli Malı, uygulamada 12 ve 18 Aralık tarihleri arasında kutlanırken, aslında ülkemiz işçilerinin, emek piyasasında kötüye doğru gidişlerini biraz olsun frenleyecek bir metoddur. Dış kaynaklı ürün ve hizmetler, etiketlerine ”marka değeri” adı altında satınalım gücünü aşan fiyatlar yazmakta ve o fiyata ödediğimiz paralar, ülkemize döviz kaybı yaşatmaktadır. Serbest piyasanın kuşkusuz en önemli özelliği olan serbest pazar, ülkemin insanına yaramamış onları ekonomik olarak zor durumda bırakmıştır. Marka, bir ürünün alamet’i farikası olmakla birlikte bir kalite sembolü ve tanınırlığını vurgular. Marka, ürüne güven verir ve tüketilme aşamasında yaşanabilecek istenmeyen durumları bertaraf etme garantisidir. Marka, iyi kullanıldığı takdir de, iyi sonuçlar verecek bir uygulamadır. Fakat, ülkemizde ki marka anlayışı bu anlamda kullanılmamış, kalite ve güvenden daha çok bir iibar meselesine dönüşmüştür. Bugün marka, halkımız çerçevesinde kapital bir değer olarak algılanır. Bu yüzden, markasız fakat yerel muhitte bilinen ürünlere yönelmek, markanın gerçek anlamına karşılık gelebilir. Bilinen bir markanın, bir litre sütü ile, bilinen bir satıcının markasız ama değiştirme garantili bir litre sütü, piyasa gözüyle aynı değerdedir. Fakat biz kalkıp, ucuz olmasından ötürü riskli olacağını düşündüğümüz yerel üretim ürün yerine, daha pahalı ve kaliteli olduğunu sandığımız markalı sütü satın alırız. Bugün market reyonlarında bir litre sütün fiyatı yaklaşık 3 liraya yakındır, biraz daha teknik kullanmayan mahallemiz esnafından alacağımız açık sütün fiyatı ise 1 bir liradır. Peki arada ki iki lirayı fazladan neden ödediğimizi düşündüğümüz de, ürüne risk primi olarak verildiğini görürüz. Oysa sabit koşullar altında, pahalı ve ucuz olan her iki üründe, aynı derece de risklidir. Mağazadan alınan, uygun ortamda saklanmayan ve Son Kullanma Tarihi konusunda hassasiyet gözetilmeyen ürün ile, aynı derece de hijyen ve temizlik kuralları gözetilerek sağım yapılan ve uygun koşullarda taze olarak saklanan sütün arasında pahalının fiyatı, ucuz olanın fiyatının üç misli olacak kadar risk, ürünlerde bulunmamaktadır.

Bu örnek, her gün para verdiğimiz gıda piyasası için uygulanabilir. Bir karton yumurtanın en uygun mağaza fiyatı 24’lü paket için 9.50 liradan başlarken, komşumuzun bahçesinde doğal ortamına yakın beslenen aynı adet yumurta için yarıdan daha az bir ücret ödememiz yeterli olacaktır. Yumurta ve beyaz et sanayiinde beslenen tavukların maliyetinin düşük olması istenmekte ve yem olarak soya küspesinden tutun, ayçiçek küspesine kadar besin değeri en düşük yemlerle beslenmektedirler. Bu yüzden satın alınan pahalı fakat kalitesiz ürünün insan metobolizması için oluşturduğu tehlikeyi buradan size anlatmaya gerek görmüyorum. Sadece beyaz et piyasasına örnek vermek için; Yumurta sanayisindan üretim kabiliyetini kaybetmiş ”çıkma tavuk” olarak adlandırılan canlıların, kilogram fiyatı 45 kuruştur. Bir kilo canlı tavuk etinin 45 kuruş olmasının sebebini söylemeden anladığını tahmin edebiliyorum.

İktisadi olarak, hane halkı kalkınması için gerekli olan tedbir formülleri, yerel üretime yönelerek daha az fiyata daha iyi ürün satınalmaktan geçecektir. Piyasa da sadece markasına para verdiğimiz ürünlerden çok daha kalitelisi, gözümüzün önünde, mahallemizde yada köyümüzde yetişiyor. Ürüne, marka adı altında yüksek risk primleri ödemektense, üretimini bildiğimiz ve güvendiğimiz kapı komşumuzun tavuk yumurtaları doğallık ve kalite açısından eminim diğer markaları arattırmayacaktır. Böylelikle, gıda parekendesi için yerli tüketim yaparak yerli üretim teşviğini verirken, uluslararası döviz sömürücüsü olan ”markaların” cüzdanlarımıza açtığı delikleri kapatılacağımızdan son derece eminim.

Bu tür bir tüketim alışkanlığımız, hem aile içi tasarrufu arttıracak, hem ülke ekonomisine katkı sağlayacak, hem satınalım yaptığımız haneye ekonomik katkı sağlayacak, hem pazarın yerelleşmesine fırsat tanıyacaktır.

Yayınlama: 18.02.2014
Düzenleme: 18.02.2014 08:34
998
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.