Davutoğlu; Hiçbir zaman fidye ödemedik

Davutoğlu; Hiçbir zaman fidye ödemedik

“Hiçbir zaman fidye ödemedik”

basbakan_davutoglu_gundeme_dair_carpici_aciklamalar_yapti_05092014_h8991Başbakan Davutoğlu, “Nakış gibi örülen bir strateji yürütüldü” dedi.

Başbakan Ahmet Davutoğlu, iki özel televizyon kanalının canlı yayınında gündeme ilişkin soruları yanıtladı.

Davutoğlu, Musul’da alıkonulan Türk vatandaşlarının Türkiye’ye getirilmesine ilişkin öne sürülen takas meselesiyle ilgili soru üzerine, “Bu tür süreçler son derece kritik süreçler. 11 Haziran’dan bu yana sadece orada bulunan, Musul’da kalan görevlilerimiz, vatandaşlarımız değil, hepimiz son derece kritik bir sınavdan geçtik aslında” diye konuştu.

“Bu, bizim ilk sınavımız değil, devlet olarak” diyen Davutoğlu, şöyle devam etti:

“Ben, Dışişleri Bakanılığına geldikten sonra bununla birlikte 200’ü aşkın vatandaşımızı değişik şartlardan kurtardık. Herbirinin özel şartları var. O şartları doğru değerlendiremezseniz bir kayıpla karşılaşırsınız, çok gereksiz bir adımla kendi vatandaşlarınızın güvenliğini riske edersiniz. Elhamdülillah, şu ana kadar 200’ü aşkın vatandaşımızı çok zor şartlardan kurtardık. Kimisi Afganistan’da, kimisi Irak’ta, kimisi Suriye’de, kimisi Lübnan’da, kimisi Somali’de, değişik yerlerde, tereyağından kıl çeker gibi tabiri caizse aldık. Bu konuda bir kere herkesin, bu yöntemin daha çok bu meselenin bizatihi kendisi üzerinde durulması lazım.”

“Birçok ülkenin vatandaşı, bu süreçlerde ciddi kayıplar yaşamışken, hepimizi de insan olarak üzen görüntüler ortaya çıkmışken, eğer Türkiye Cumhuriyeti devleti 49’u görevli, 46 vatandaşı, 3’ü Irakta kaldı yerel görevli olduğu için, kurtarabilmiş, bu şartlarda ülkemize getirilmişse bunun sevincini herkes yaşamalı” ifadesini kullanan Davutoğlu, şöyle konuştu:

“Bu sadece, bu sürece doğrudan katkıda bulanan görevlilerimizin, yani güvenlik görevlilerimizin, istihbarat görevlilerimizin, süreci yöneten bizlerin başarısı değil aslında, bütün Türkiye’nin başarısıdır. Bugün yurt dışından bakanlar, 2 gün öncesine göre, Türkiye’yi her zaman itibarlı gördüler ama daha güçlü, daha itibarlı ülke olarak görüyorlar. Çünkü bu şartlarda vatandaşını alabilen her ülke ve her ülkenin tek tek bireyi kazanır. Bir kere bunu tespit etmek lazım.”

“HİÇBİR ZAMAN FİDYE ÖDEMEDİK”

Davutoğlu, daha önce de Türk pilotlarının Lübnan’dan, gazetecilerin Suriye’den, işçilerin Libya’dan kurtarılmasını anımsatarak, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Tüm bunlara baktığımızda, bunların hemen hemen tümünün içinde bulunduk. Önemli bir kısmında yöneten biri olarak söylüyorum, dikkatsiz sarf edilen söz, dikkatsiz yönetilen süreç, sonunda sadece vatandaşların kaybına değil aynı zamanda ülkenin itibarının kaybına yol açıyor. Birçok ülke vatandaşının bulunduğu yerlerden alınmasına yardımcı olduk. Bunun da onlarca örneğini verebilirim. Burada sır ne, neye dikkat etmek gerekiyor? Her bir olayın kendi içinde, mantığı olduğunu görmek gerekiyor. Bir yerde uyguladığınız yöntem, diğer bir yerde geçerli olmayabilir. Mesela biz, prensip olarak hiçbir zaman fidye ödemedik. Çünkü fidye ödemeniz bir sonraki kaçırmaların zeminini teşkil ediyor. Herkes o zaman Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına, kaçırıldığı zaman para kazanılacak bir şey gibi bakmaya başlıyor. Birini kurtarırken çok sayıda vatandaşı riske edebiliyorsunuz.”

“FARK EDİLMESİ ÜZERİNE İNFAZ EDİLDİ”

Süreçte gizli kahramanların fedakarlıklarının bulunduğunu belirten Davutoğlu,

“Bunların bir kısmı doğrudan bizim istihbarat elemanlarımızdır. Alana giderler, temas kurarlar, aşiretlerle konuşurlar gerektiğinde daha ötesine giderek alan içinde bilgi toplarlar. Bunların hepsi o kategori içine girer. Benim orada ‘isimsiz kahraman’ dediğim şey, o gün orada büyük mutluluk duyuyorduk hepimiz, onur hissi içindeydik. Başkonsolosumuz üç ayı aşkın bir süre direnmiş bir kahraman olarak döndü, diğer arkadaşlar öyle. Biz onları kurtarmış kişiler olarak kamuoyunca bilindik. Herkes Sayın Cumhurbaşkanımızdan şeye kadar herkesin ne emek verdiğini artık biliyor kamuoyu. Sayın Cumhurbaşkanımızın başbakanlık döneminde, benim bakanlık dönemimde bunlar biliniyor ama bazı insanlar var ki esas burada temel aktörler onların yüzleri bilinmiyor. Yani o arkadaşları oradan alıp getiren, ben biliyorum onların, o operasyondan 5-6 gün önce onları Başbakanlıkta ağırladım. Bütün bilgileri doğrudan anlatmalarını istedim. Her türlü bilgiyi müsteşarımla birlikte paylaştı ve ondan sonra ‘şu şekilde bir seyir olacak’ diye belli talimatlar verdik. Bu talimatlar, daha sonra Çankaya’da yaptığımız güvenlik toplantılarında bunları aktardık. Ben onların yüzünü biliyorum ama onlar bu salona girseler, burada otursalar, hiçbiriniz tanımazsınız. Ya da bir vatandaşımız yolda onu görse, pazarda, arabada görse onun o olduğunu bilmez. Kahramanlık budur. Yerel bir unsur olarak birini zikredeyim, çok şey olduğu için hala gözüm yaşarır. Oradaki gidilen bir yerde, bilgi toplamak için yerel bir eleman, Türkiye’yi seven yerel bir eleman, fark edilmesi üzerine infaz edildiği haberi geliyor” diye konuştu. 

Bunların kolay yürüyen süreçler olmadığını vurgulayan Davutoğlu, “Orada görevi Türkiye’ye olan muhabbeti dolayısıyla dediğim gruplar gibi gruplardan kişiler, neredeler diye şey yaparken bir şüphe üzerine öldürülebiliyor. Bunlar isimsiz kahramanlar. Onları rahmetle anıyorum, bu şekilde zarar görmüş olanları. Bu bizim şeyler değil, yanlış anlaşılmasın ama oradaki bize müzahir şeyler. Bunlar bir kasıtla da olmayabilir, bir şüpheyle kaybediliyor” dedi. 

“BU OLAYLARDA GEÇERLİ OLAN PSİKOLOJİLERİN YÖNETİMİ”

Kaçırılan kişilerin kurtarılmasında kullandıkları yöntemin psikoloji yönetimi olduğuna dikkati çeken Davutoğlu, şunları söyledi:

“Bütün bu olaylarda geçerli olan, orada uyguladığımız, psikolojilerin yönetimi. Yani onu kaçıran kişilerin psikolojisini yönetmek sizin işiniz. Kaçırılmış vatandaşlarınızın psikolojilerini ve çevrede olan unsurların psikolojilerini de. Eğer bunu yönetemezseniz hangi yöntemi uygularsanız uygulayın başarısız olursunuz. Benim eğer bir gün akademik hayata dönmem biraz hayal oldu da ve yazsam, bu tür durumlarda nasıl davranılır diye sorsan, birincisi psikoloji yönetimi. Geride kalan ailelerin psikolojilerini yöneteceksiniz. Karar sürecinde olanların psikolojilerini yöneteceksiniz. Orada kurtarma operasyonuna gönderdiğiniz elamanların psikolojisini yöneteceksiniz. Oradaki bu durumda rehinelerimizle sürekli temas halinde olduğumuz için Öztürk Bey ile ve diğerleriyle onların psikolojilerini yöneteceksiniz. Onları kaçıranların, müzakere, dolaylı müzakere yöntemiyle psikolojilerini yöneteceksiniz.”

Musul’da alıkonulan Türk vatandaşları için ilk başta “Rehine” ifadesini kullanmadıklarını anımsatan Davutoğlu, “Ta ki rehine muamelesi yapılana kadar. Neden? Rehine dediğiniz anda bir pazarlığın başlaması gerekir. Şu 3 aylık dönem, o kadar farklı aşamalardan geçti ki yani ayrı ayrı psikolojiden devam etti. Bir, vatandaşlarımızın rehine psikolojilerine girmelerini istemedik. Sonra onu kaçıranların şu mesajı almalarını istedik; ‘siz onlara rehine muamelesini yaparsanız biz de size başka türlü muamele yaparız.’ Bu algı yerleşti. Uzun bir süre kaçıranlar, orada tutanlar, Türkiye düşmanı olmadıklarını, bu rehinelere bir şey yapmayacaklarını söylemek durumunda kaldılar. Neden? Çünkü şunu da biliyorduk, Musul halkı büyük çoğunluğuyla Türkiye’ye müzahir halktır. Orada yaşayan insanlar, orada bulunan sıradan bir Musullu, normal şartlarda Türklere zarar vermeyi düşünmez. Geçmişte onların haklarını koruduğumuzu bilir. Tarihi bağları bilir” dedi.

Davutoğlu, Musul’da, IŞİD’de bulunmamış ancak savaş esnasında şu veya bu şekilde bir tür eylem içinde olmuş, hem ABD işgali hem daha sonra Maliki politikalarına karşı tepki göstermiş geniş bir kesim olduğuna işaret ederek, “Bunların bir kısmını geçmişte siyasi sürece sokmak için bizzat ben 2005, 2006 yıllarında daha o zaman başdanışmanken ikna etmek istedik, artık siyasi sürece girin, Şii, Sünni ilişkileri normal seyre otursun diye. 2006 mezhep çatışmaları esnasında ve hatırlayacaksınız birçok kurumu o zaman soktuk” diye konuştu.

 Musul’daki Türk vatandaşlarının Türkiye’ye getirilmesi sürecinde, MİT Müsteşarının, bazen de bizzat kendisinin Türkiye’ye gelen yerel Arap aşiretlerin temsilcileriyle konuştuğunu anlatan Davutoğlu, şunları söyledi:

“Bu iş için Musul’da etkili olabilecek herkes bir şekilde Ankara’ya, İstanbul’a geldi. Bunları artık kamuoyuyla daha rahat paylaşabiliriz. Orada temaslar kurduk, ekiplerimiz oraya gitti. Erbil’de sürekli bulunan timlerimiz oldu. Orada zaten var olan eskinden beri var olan güvenlik timlerinin yanında istihbari olarak bu süreci yöneten timlerimiz oldu. Buraya kolay şeyle gelmedik. Kimse kolaycı, sihirli kelime etrafında veya yöntemin etrafında düşünmesin, oraya yönelmesin diye söylüyorum. Gün be gün işleyen, nakış gibi örülen ve psikolojik kontrol yönetmeye dönük strateji uyguladık. Belli aşamaya kadar, kamyon şoförlerimizin kurtarılmasına kadar bu yöntem belli ölçülerde başarılı oldu.”

“HANİ ‘ORTADOĞU’YA BULAŞMAYIN’ DİYENLER VAR YA…”

Alıkonulan vatandaşların başında nöbetçi gibi bırakılan kişilerin etnik kökeninin, kabile geçmişinin çıkarıldığını dile getiren Davutoğlu, “Kimlerle nasıl akses kurulabilir. Bu, yeni tecrübe de değil. Biz 26 bin vatandaşımızı Libya’dan çıkarırken de yine o süreci yönettiğimde Güney’den, Fizan diye bildiğimiz Güney’den Bingazi’ye kadar gelene kadar her bir aşiretle temas kurmuştuk. Bu, Türkiye gücü. Hani ‘Ortadoğu’ya bulaşmayın’ diyenler varya, aslında böyle bir gücümüzü pozitif yönünde görmekten aciz olanlar. Eğer alanda olmazsanız başınıza bir şey geldiğinde size taraftar olacak, yardımcı olacak kimseyi de bulamazsanız” ifadesini kullandı.

“IRAK HALKININ HİÇBİR KESİMİ BİZİM DÜŞMANIMIZ DEĞİL”

“Musul bizim düşmanımız değil, oradaki Sünniler bizim düşmanız değil, Irak halkının hiçbir kesimi bizim düşmanımız değil” diyen Davutoğlu, şöyle konuştu:

“Dolayısıyla geçiçi olarak orada IŞİD var, geldi diye bütün Musul halkını göremezsiniz, aksine Musul’da bizim başkonsolosumuz tek başkonsolosluk olduğu için, tek yabancı misyon olduğu için Musul halkının sevgisini kazanmıştır. Dolayısıyla öncelikle çevre şartlarıyla birlikte birinci hedefimiz vatandaşlarımızı sağ ve salim tutmak. Bununla birlikte ikinci şey bir arada tutmak. Bir arada tutmadığınız zaman her birine ayrı ayrı çaba sarfetmeniz gerekiyor. 8 yer değişti. Her yer değişim esnasında onu takip etmek, her değişime göre çevre şartlarını tekrar kontrol etmek. Şunu da ifade edeyim, Genelkurmay Başkanımız, hepsinin çok ciddi katkıları var. 24 saat en ufak hareketlerini dahi takip ediyorduk. Bir durumda neler yayabileceğimizin planları da yapılıyordu.”

“KAPIMIZI KAPATMAMIZ MÜMKÜN DEĞİL”

Davutoğlu, bir soru üzerine, “milletlerin zor dönemde aldıkları kararlarla tarihe geçtiklerini ve anıldıklarını” vurgulayarak, Türk milletinin tarihinde, gelene kapısını kapatmasının söz konusu olmadığını, gelenin etnik kimliğine ve dinine bakılmadığını vurguladı.

Başbakan Davutoğlu, “Troçki gibi bir komünist de gelir, Humeyni gibi Şii din alimi de gelir. Macar milliyetçileri de gelir, Polonya milliyetçileri de gelir. Irak’tan Kürtler de gelir, Bosna’dan Boşnaklar da gelir. Kosova’dan Arnavutlar da gelir, Bulgaristan’dan Türkler de gelir. Yani böyle bir geçmişe sahipsek, böyle bir arka plan almışsak ve biz şu anda bu imkanla karşı karşıyaysak, bunun gereğini yapmak durumundayız, kapımızı kapatmamız mümkün değil” diye konuştu.

Suriye’den ilk mültecilerin geldiği haberini Mayıs veya Nisan 2011’de aldığını ve gece 01.00’de kriz toplantısı yaptığını anlatan Davutoğlu, o sırada önlerinde ne olduğunu tam olarak bilmemelerine karşın, “Her mezhepten ve etnik kesimden kaçışlar olabilir. Buna göre tedbir alalım” dediklerini aktardı.

Davutoğlu, “Emin olun bir kere dahi, hani birileri bizi Sünni politika takip etmekle Türkmenlere, Araplara yakın olmakla Kürtlere karşı olmakla falan suçlamaya çalışıyorlar ya, bir tek toplantıda dahi bizim aramızdaki kriz yönetimimizde veya kamp kurmada, mezhep ve etnik kimlik geçmemiştir” ifadesini kullandı.

“İŞTE O ZAMAN…”

Hatta, bir aşamada, Suriye’de rejime destek veren Nusayri unsurların gelmeleri durumunda nerelerde ağırlanacağının değerlendirildiğini belirten Davutoğlu, bazı Suriye rejimi yanlılarının da Türkiye’ye geldiklerini ve sağ salim dönmelerinin temin edildiğini kaydetti.

Başbakan Ahmet Davutoğlu, şunları söyledi:

“Türkiye’de, isim zikretmeyeyim ama herkes bilir, bir siyasi parti, ana muhalefet partisi bu konuda bir suçlama yöneltti, sanki bizim mezhep ağırlıklı politika takip ettiğimiz gibi. BDP’liler de bazen Rojava’ya ilgisiz kaldığımız ve onları dışladığımız gibi… Bunların hiçbirisi doğru değil. Aslında üç gün içinde yaşananlar, son üç buçuk yılı da toplayarak söylüyorum, bir seferde en fazla mülteci son üç gün içinde geldi. Diğerleri aylara yayılarak geldi. Bir an bile tereddüt etmedik ama şu denirse işte orada mezhepçilik başlar, etnik ayrım başlar: ‘Benim etnik grubumdan gelenler gelirse onlara ben yardım edeyim ya da onlar için gerekirse gidip savaşayım ama diğer etnik ve mezhebi gruplar savaşmasınlar veya gidip onlara yardım etmesinler’ dediğinizde, işte o zaman ırkçılık başlar, etnik ayrımcılık başlar.”

Davutoğlu, Suriye Kürtlerinin tarihini iyi bildiğini düşündüğünü bildirerek, Türkiye’deki Kürtlerin sınırın öte tarafındaki Kürtlerle Arapların Araplarla Türkmenlerin de Türkmenlerle akraba olduğunu belirtti. Orada, akraba olmayan kimse bulunmadığını söyleyen Davutoğlu, daha önce mayın ve tel örgülerle kaplı sınırın bu yüzden açıldığını ifade etti.

Yemen türküsünde sözü edilenler arasında yoğun olarak Suriyeli Kürtler ve Türkmenler bulunduğuna işaret eden Davutoğlu, ayrım yapmadıklarını yineledi.

Davutoğlu, şu ana kadar Suriyeli Kürtlerin göç etmesini gerektiren bir durum olmadığını ifade ederek, malesef PYD’nin, rejimle işbirliği halinde düzen kurmaya çalıştığını kaydetti. Ama şimdi IŞİD baskısının, oradaki rejim güçlerini de tümüyle devre dışı bırakınca, PYD unsurları ile IŞİD’in karşı karşıya kaldığını dile getiren Davutoğlu, şöyle devam etti:

“Oradaki Kürt kardeşlerimiz, bazen PYD’nin de baskısı altında kalıp Kuzey Irak’a kaçtılar. Barzani ile PYD’nin arası açıldı. Biz, sınırımıza gelene bakmayız, daha önce kimi destekledi, ne oldu, ne bitti… Yezidilere de… 36 bin Yezidi var. Yani ‘Müslüman mı, Hristiyan mı, Yezidi mi’ diye de bakmayız. Böyle bir ayrım hiçbir zaman olmadı. Onlara tek, ‘rejimle işbirliği yapmayın, bu zulme alet olmayın’ şeklinde telkinlerimiz oldu. Salih Muslim Türkiye’ye geldi, sonra da ne zaman insani yardım talebi olmuşsa bizzat bana gelmişlerse her zaman elimize gelen yardımı da yaptık. Açılmayacak kapıları açtık. Bu olayda da Suriyeli Kürt kardeşlerimize baskı geldiğinde, Suriyeli Arap, Türkmen kardeşlerimize ne yapmışsak, aynısı yapıldı. Ne fazla ne eksik.

Ama şunu da söyleyeyim: Türkiye’nin içinde kamu düzenini kimse yok sayamaz. Yani, diyelim ‘Urfa’daki Araplar, karşı tarafta Araplar öldürülürken sınıra giderse; Türkmenler, karşı tarafta Türkmenler öldürülürken sınıra giderse ya da Nusayriler giderse içeride biz düzen koruyamayız.’ Nasıl Kürtlerin canı azizse Arap’ın da azizdir, Türkmen’in de azizdir, Sünninin de Azizdir, Nusayrinin, Alevinin, İsmailinin, hepsinin azizdir. Şimdi içeriden, ‘Ben savaşmaya gidiyorum’… Peki daha önce Araplar veya Türkmenler gitmek istediğinde bunu bir terör faaliyeti olarak görüyordun. Şimdi niye böyle görüyorsun? Bu doğru değil.”

“TÜRKİYE’YE BULAŞMAMASI İÇİN ÇOK BÜYÜK ÖZEN GÖSTERDİK”

Başbakan Davutoğlu, hiçbir zaman Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının Suriye’ye gitmelerini mazur da doğru da görmediklerini, bir fayda getireceğine de inanmadıklarını belirterek, “Oradaki zulmü durdurmak için ne yardım gerekiyorsa hiçbir ayrım yapmadan, her etnik ve mezhebi gruba yardım ederiz ama bizim vatandaşlarımızın Türkiye sınırları içindeki güvenliğini tehdit edecek veya bu vatandaşlarımızı gereksiz maceraya sürükleyecek her türlü işin, eylemin de doğru olmadığı kanaatindeyiz. 138 bini içeri alırken, içeriden de dışarıya şey yaparsak, o zaman Türkiye içinde kamu düzeni kalmaz” diye konuştu.

Suriye ve Irak’taki savaşın Türkiye’ye bulaşmaması için çok büyük özen gösterdiklerini, bu özeni göstermeye devam ettiklerini kaydeden Davutoğlu, “Suriye rejimi bizi dinlemiş olsaydı 9 ay yalvardığımızda, bunlar başına gelmeyecekti. Maliki bizi dinlemiş olsaydı, bunlar başına gelmeyecekti. Maliki ve Esad bizi dinlemediği zaman bunu uluslararası topluma anlattığımızda, onlar bizi dinlemiş olsalardı, bunlar kimsenin başına gelmeyecekti. Bunların hiçbirisinin sorumlusu Türkiye değil. Bunların hiçbirinin sorumlusu, masum Irak ve Suriye halkı da değil” ifadelerini kullandı.

Yayınlama: 23.09.2014
508
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.