Bu Seçim Başka Seçim !

Fatma Dişli kimdir? 1972 yılında Sakarya ili, Geyve ilçesi, Alifuatpaşa kasabasında doğmuştur. Cumhuriyet ilkokulu ve ardından Alifuatpaşa ortaokuluna gitmiştir. İstanbul’da Çamlıca kız lisesi, sonrasında İstanbul üniversitesi, İngilizce İşletme fakültesini bitirmiştir. 2013 yılında İngilizce işletme yüksek lisansı yapmıştır. Halen İstanbul’da, Hazar Eğitim kültür ve Dayanışma Derneğinde gönüllü olarak,sosyal sorumluluk faaliyetlerinde çalışmaktadır. İki kız çocuğu annesidir. e-mail:[email protected]

    BU SEÇİM BAŞKA SEÇİM!

    Köşe Yazarımız Fatma Bal’ın 35 yıl öncesinin Alifuatpaşa’sında bir çocuğun seçim heyecanını kaleme aldığı doyumsuz yazısı okunmaya değer.

    fatma-bal-bu-secim-baska-Seçimleri geride bıraktık…

    Bırakalım, siyaset yazılarını o işten anlayanlar yazsın, ben size başka bir seçimden bahsedeceğim. Hayatta seçim bir türlü değil nitekim. Eş seçimi, okul seçimi, arkadaş seçimi uzar gider bu liste. Hele bir seçim var ki çok önemli çok… İş seçiminden bahsediyorum.

    Çocukken hepimiz az çok büyüklerimize yardım etmiş, bir nevi çalışmışızdır. Hatta ileride seçeceğimiz mesleğimizi çocukluktaki ilgi alanlarımızın belirlediğini söyler ya eğitimciler… Ailelere büyük rol düştüğünden filan bahsederler. Ben de sizlere çocukken kasabamızda yaptığım işleri, bir nevi meslekleri anlatmak istedim. Ne çok meslekle tanışmışım, çalışmışım, şaşırıp kalacaksınız:

    1) Çocuk Bakıcılığı: Eğer ailedeki en büyük çocuk sizseniz, zaten kader alnınıza bu mesleği doğuştan yazmış demektir. Kaçışınız yok yani. Eli mahkûm kardeşlerinize bakacaksınız. Kardeş sayısı arttıkça yükünüz de artacaktır.

    2) Yaşlı bakıcılığı: İlkokula başladığım sene dedem vefat edince babaannemin yanına vermişler beni. Gecemiz gündüzümüz beraber… Haliyle de refakatçilik konusunda uzman olmuşum.

    3) Masöz: Yedi tane oğlu olan babaannemin, düzenli olarak ziyarete gelen oğullarına her daim masaj hizmeti… Sanırsınız, annelerine değil de masaja geliyorlar. Biri başına, biri omuzuna, biri beline, biri ayağına. Masaj yapmadığım tek bir gün yoktu. Hakkımı ödeyemez amcamlar vallahi.

    4) Bakkal Çırağı: Sadece kendi evimizin bakkaliye ihtiyacı olsa iyi… Üstteki, alttaki, yandaki, karşıdaki, sağdaki, soldaki… “Tüm komşulara hizmet verilir.” diye bir tabela vardı kesin alnımda. Şimdinin çocuklarına ekmek aldıramazsınız bakkaldan. Bir deneyin, yollayın komşunun çocuğunu bakın ne oluyor? Kendi çocuğumuz bile gitmezken… Benim komşu için gidip de karpuz almışlığım var manavdan, artık gerisini siz hesap edin… Taşıyana kadar canım çıkmıştı.

    5) İşçi: Tabii ki de fındık işçisi. Ağustos sıcağında tenekemi doldurmak için nasıl da çalışırdım Karasu’da. Annem kıyamazdı da, bazen kendi tenekesinden biraz bana boşaltırdı, nasıl mutlu olurdum o zaman.

    6) Sucu: Tepecik’te amcamın bağında çalışan işçilerin su ihtiyacı benden sorulurdu. Tüm gün dalların tepesinde meyve yemekle olmaz değil mi, biraz da çalışmak lazım. Su güğümünden, ibrikten su döküp, rızıkları için ter döken insanların “Su verenlerin çok olsun.” duasını almak herkese nasip olmaz ki…

    7) Doğal Tıp Uzmanı: Bir keresinde kuzenlerimle kırda ne kadar bitki bulduksa topladık, kaynattık, sonra süzüp şişelere doldurduk. Şifa niyetine içmeden önce şükür anneme yakalandık da, zehirlenmekten kurtulduk.

    8) Öğretmen: Yaz gelince mahallenin çocuklarını toplar, okulda hangi dersler varsa hepsinin tekrarını yaptırırdım. Bir de otoriter bir öğretmendim. Kimse dersten sıvışamazdı. Şu anki annelere birisi böyle bir iyilik yapsa, herhalde madalya takarlardı ona. Ama o zamanlar kıymetimi bilen yokmuş ben ne yapayım.

    9) Müzisyen: Pencerenin iç pervazına küçük kâğıtlara yazdığım notaları yerleştirir, sandalye çekip önüne otururdum. Kendi yaptığım nota kitabına bakar, hangi nota yazıyorsa o tuşa basardım. Sorun, piyanomun hiç sesinin çıkmamasıydı. İstediğin kadar bas pervaza, ses yok. Baktım ki olmuyor, vazgeçtim piyano hevesimden.

    10) Şarkıcı: Çocukken şarkı söylemeyen çocuk yoktur, ama kendi uydurduğu şarkıları söyleyen çocuk azdır. Bestesi ve güftesi bana ait ama ikinci kez hatırlamadığım şarkılar söylerdim tüm gün.

    11) Balıkçı: Kasabamızda nehir olur da, o nehri besleyen “ çay” olmaz mı? Yazın, kuzenlerimle “Kıncılar çayına” gider, ellerimizle balık yakalamaya çalışırdık. Oltayla herkes yakalar, marifet bizim gibi yakalamak.

    12) Mimar: Kırlarda oynadığımız tüm evciliklerde önce uzun çalı çırpı toplar, sonra da iki ya da üç odalı, balkonlu, banyolu evler yapardım. Bazen planı kafamda farklı çizer, odaların yerini değiştirir, bahçe düzeni yapardım. Evcilik demek önce ev demekti, o da mimarlık demekti.

    13) Ressam: Pencerenin önüne oturur, karşıda ne görüyorsam onu çizerdim saatlerce.  Bazen Parla Tepesi, bazen karşıki mahalle. Ama itiraf ediyorum, hiç başarılı değildim bu işte. Boyalara olan düşkünlüğüm yetmedi yetenekli olmama. Allah vergisi, ne yapayım?

    14) Terzi: On bir yaşında, ilk kez sahip olduğum plastik bebeğimin yazlık, kışlık tüm giysilerini kendim dikerdim. Kasabanın manifaturacısından az bir kumaş alır, tüm günü dikişle geçirirdim. İyi de dikerdim bence.

    15) Çiftçi: Evimizin arka bahçesinde, tüm sorumluluğu ve bakımı bana ait karpuz yetiştirmiştim. Ta ki mahallenin yaramaz çocuğu karpuzumu çalana kadar. “ Nefret” duygusunu ilk o zaman tanımış olabilirim. İçim yanmıştı. Daha büyüyecekti karpuzum oysa.

    16) Avukat: Kime haksızlık yapılsa, sanki bana yapılmış gibi hissedip, ücretsiz avukatlığını üstleniyordum herkesin. Çok da başım ağrımıştır ya bu sebepten neyse…

    17) Gazeteci Çocuk: Mahallemizde evlenecek yaştaki genç kızların günlük gazetelerini çarşıdaki gazeteciden alıp, dağıtmak benim görevimdi. Çünkü kızların her gün çarşıya gidip, kahvehanenin önünden geçmesi ayıptı. Hem de çok ayıptı. Bu iş de kaldı mı başıma?

    18) Veteriner: Gecenin bir vakti ineği doğum yapan amcamın peşine takılıp, ahıra gidip, o mucizevi ana tanıklık etmek beni yarı veteriner yapar. Haksız mıyım?

    19) Çoban: Keçilere özel bir merakı olan amcamla, tren yolunun kenarında, sarp kayalıklarda, yamaçlarda keçi otlatmak beni de “peygamber mesleği” olan çobanlıkla tanıştırmıştı. Nasıl mukaddes bir meslek… Heybetli dağlar Allah’ın, yamaçlar O’nun, Yeşili yaratan o, yamaçlardaki mis gibi nadide çiçeklerin sahibi O, keçileri yaratan O… Daha ne anlatayım… Ne güzel yaratmışsın Allah’ım! İnatçı keçin bile nasıl güzel…

    Çocukken yaptığım son meslekse; yazarlıktı. Çocuk hikâyeleri yazardım, babaannem bayılırdı bana okutup dinlemeye. Başkahramanım hep çok çalışkan ve iyi huylu birisi olurdu. Hep de mutlu sonla biterdi. Söylemesi ayıp, fena da yazmazdım hani…

    Eğer şimdi derseniz ki: “E, Şimdi bu mesleklerden hangisini seçtin büyüyünce? ” diye…  El insaf ya… Bunca yıl çalışmışım. Emeklilik benim de hakkım değil mi? Çalış, çalış, nereye kadar… Yapmadığım iş kalmamış yıllar boyu. Benim de dinlenmek hakkım değil mi? Siz yapmayın bari…

    Gerçi benim gibi çalışmaya alışmış boş duramayan biri emeklilikte de çalışır, siz de haklısınız. Hem de 7/24,  bayramı, tatili olmayan, grev hakkı bile olmayan bir işim var şimdi. Ne mi? Mesleklerin en kutsalı, en güzeli, en vazgeçilmezi, en şükredilesi… Hepiniz yakından bilirsiniz o mesleği. Yazmama gerek yok…

    FATMA BAL

    Yayınlama: 06.11.2015
    Düzenleme: 10.11.2015 20:48
    937
    A+
    A-
    Bir Yorum Yazın

    Ziyaretçi Yorumları - 3 Yorum
    1. Şehbal Gider dedi ki:

      Çocukluğumun unuttuğum güzelliklerini hatırlattı bu satırlar… Ellerine yüreğine sağlık…

    2. Yazarlığı meslek haline getirmeniz ve bu güzel duyguları kağıda dökmeye, içimizi ısıtmaya devam etmeniz dileğiyle. Sevgiler…

    3. Sevdenur Bal dedi ki:

      Annelik mesleğini hakkıyla yerine getiriyosun. Yazarlık mesleğini de hakkıyla yerine getireceğine eminim. İçindeki anne keki kadar sıcak, tatlı duyguların hiç kaybolmasın, hiç soğumasın.
      Kızın.