Aynı Aşk’la Bakmak

Fatma Dişli kimdir? 1972 yılında Sakarya ili, Geyve ilçesi, Alifuatpaşa kasabasında doğmuştur. Cumhuriyet ilkokulu ve ardından Alifuatpaşa ortaokuluna gitmiştir. İstanbul’da Çamlıca kız lisesi, sonrasında İstanbul üniversitesi, İngilizce İşletme fakültesini bitirmiştir. 2013 yılında İngilizce işletme yüksek lisansı yapmıştır. Halen İstanbul’da, Hazar Eğitim kültür ve Dayanışma Derneğinde gönüllü olarak,sosyal sorumluluk faaliyetlerinde çalışmaktadır. İki kız çocuğu annesidir. e-mail:[email protected]

    AYNI AŞKLA BAKMAK!

    Size Geyve’nin papatyalarını anlatayım mı? “Geyve’nin güllerini biliyorduk, iyi hoş da papatyaları nereden çıktı, Allah Allah!” dediğinizi duyar gibiyim.

    “Mona Rosa” şiirini, üstat Sezai Karakoç’u elbet bilmeyeniniz yoktur. Şiir öyle bir şiir ki her okuduğumda, şairin acısını yüreğimde hissedebiliyorum. Aşkını öyle bir anlatmış ki gel de hissetme hadi! Geyveli olmasam böylesine hisseder miydim, bilemem… Sanırım Geyveli olmakla, empati yeteneği bir araya gelince mekan, zaman kavramı altüst oluyor.

    Papatyalar, benim çocukluğuma dair hatırladığım ilk çiçekler. Çocukluğun masumiyeti ve çiçeklerin en masum prensesi… Hani, size bir yazımda dört beş yaşlarındayken Geyve’de Taraklı yolu üzerinde bir evde oturduğumuzdan bahsetmiştim ya…

    Televizyonla ilk tanıştığım ev, Heidi’ye âşık olduğum, komşuların bahçesinde tütün kurutulmasına şahit olduğum, arka bahçemizde ayva ağaçlarının olduğu ev… İlk kez abla olduğum, buz gibi bir Aralık ayında, o evin merdivenlerinde oturup, bir taraftan henüz doğmamış, dünya yüzüne, toprak üstüne çıkmamış papatyaların olduğu tarlaya bakıp, bir taraftan da dünya yüzünü görmek için dakikalar sayan kardeşimin doğumunu beklediğim, çok da üşüdüğüm o ev… İşte o evin yanındaki tarla uçsuz bucaksız papatyalarla dolu olurdu her Nisan, Mayıs’ta. Yer gök papatya… Gözlerinizi kapatın, gözünüzün önünde canlandırın, siz de hayran olun o tarlaya, hadi içiniz ısınsın!

    Neredeyse boyum kadar papatyalar… Yukarıda masmavi gökyüzü, parıldayan güneş, aşağıda beyaza boyanmış bir tarla. Benim için masal gibi, büyülü bir yerdi. İçinde koşturduğum, benim oyun bahçem. Bir çocuğun oyun bahçesinin papatyalarla bezeli olmasından daha mükemmel ne olabilir ki! Büyük kuzenim ziyarete gelince, papatyalardan taç yapar, uzun saçlarıma takardı. Masalın prensesi kim anladınız değil mi?

    Ama gelin görün ki dört beş yıl sonra, benim oyun bahçemin bir köşesine Geyve Cezaevi yapıldı. İhtilal olur da cezaevi olmaz mı? Suçluların mekânı cezaevi, masum papatyaların evini çaldı, bir suç daha işledi yani. Suç ve masumiyet… Yan yana yakışmayan iki sözcük. Geyve’de, oraya cezaevi yapıldı diye içi acıyan, üzülen benden başka kimsenin olduğunu sanmıyorum. Sekiz dokuz yaşlarındaydım o zaman. O kadar içimi acıttı ki, papatyalarımın hepsi ezildi, çiğnendi gibi hissettim. Benim de tacım elimden alınmış gibi… Alifuatpaşa’ya, doğduğum kasabaya taşınınca, gelincikle tanıştım. Orada da bahçeler kan kırmızıydı. Kiraz bahçelerinde, başını yukarı bir kaldırırsın, dallarda kıpkırmızı, damak çatlatan kirazlar… Başını aşağı eğersin, toprak gelincikle kırmızıya boyanmış. Şükredecek ne kadar çok şey varmış! Âşık olmamak mümkün mü, hayran olmamak mümkün mü yaratılışa, Yaratana!

    Şimdi Şubat ayı ya…Yakında Sevgililer Günü çılgınlığı var ya…

    Maalesef kapitalizm, çarklarında çiçekleri de öğütüyor, eziyor, çiğniyor. Özellikle gülleri… Güllere Sezai Karakoç’un gözünden bakanlar, çiçekleri çocukluğunun, hayatın vazgeçilmezleri arasına koyanlar bu çarka elbet kapılmazlar, onu biliyorum.

    Onlar için birini sevdiğiniz zaman, çiçeği dalından koparıp vermek gerekmiyor, bir çiçeğe aynı aşkla bakmak yetiyor. Dalında yeni tomurcuklanmış bir çiçeğe, sonbaharda kızarmaya, sararmaya durmuş bir yaprağa, her sabah aksatmadan doğan güneşe, geceyi aydınlatırken daralmış yürekleri de aydınlatan aya, büyükşehirlerde gökdelenlerden göremediğiniz ama gece vakti, Taraklı’dan Geyve’ye inerken başınızı kaldırdığınızda yüzlercesini görebileceğiniz yıldızlara…

    Küçük bir çocuğun insanın içini ısıtan gülümsemesine, saflığına, küçücük bir yardım yaptınız diye size bir ton dua eden yaşlı teyzeye, yaşlı amcaya, sokakta peşinize takılan, belki bir şey verirsiniz diye gözlerinizin içine bakan minik kediye, gökyüzünde ahenkle dans eden, zikreden kuşlara, hele martılara…

    Aynı aşkla bakanlar gerçek âşıklar değil mi zaten! 

    Ne demiş üstat? “ Baharı yaz uğruna tükettik. Aşk’ı naz uğruna ve papatyaları seviyor sevmiyor uğruna. Derken ömrü tükettik bir hiç uğruna…” Değerli olanla, hakikate varanla içini dolduracağınız, gerçek aşkı tadacağınız, bir ucu öteki âleme uzanan bir aşk yaşayacağınız ömrünüz olması dilek ve duasıyla, sevgiyle kalın.

    Şiir okumaktan da geri kalmayın… Sezai Karakoç’u tekrar okuyarak işe başlayabilirsiniz. 

    “Siyah güller, ak güller, Geyve’nin gülleri…” ya da Edip Cansever’den “Gelincikler tek tek göründü mü çayırlarda, İşi iş kasabanın, su yüzlü çocuğun işi iş…”

    FATMA DİŞLİ

    Fotoğraf:Mine KILIÇ

    Yayınlama: 08.02.2018
    Düzenleme: 12.02.2018 09:34
    1.369
    A+
    A-
    Bir Yorum Yazın

    Ziyaretçi Yorumları - 1 Yorum
    1. Fatma Hanım, yine yıllar öncesinin güzelliklerine alıp götürdünüz yazınızla. Bugün papatyalar da gelincikler de öyle azaldı ki apartmanlar uğruna. Ama en acısı da papatyalar, gelincikler eskiden olduğu gibi insanların gönlünde, yüreklerinde açmıyor. İnsanlar tabiatı, tabiatın güzelliklerini unuttu. Selam olsun usta kaleminize.